Uzunca bir süredir bu iki konu hakkında yazmak istiyorum ama ancak TESEV ve SUITS tarafından dün Stockholm’de düzenlenen toplantıda konuşulanları dinledikten sonra öncelik vermem gerektiğine ikna oldum.
Çünkü görünen o ki AB ve büyük ölçüde de ABD Türkiye’nin Suriyeli radikalleri desteklediğine ikna olmuş. Gazetelerde çıkan haberler pek çoklarını Türkiye’yi Afganistan’ın Pakistan’ı gibi görmelerine yol açmış.
Türkiye ile AB arasındaki ivmeyi de Ankara’nın Ortadoğu’daki hayal kırıklığına bağlamak pek moda. İma edilen ve hatta söylenen Türkiye’nin Ortadoğu’da başarısız olmasının AB ile ilişkilerde ilerlemeye yol açtığı.
***
Her nedense müzakere başlıklarını bloke edenin Türkiye olmadığını, bazı Avrupa ülkelerinin kültürel nedenlerle Türkiye’yi üye olarak görmek istemediğini, bazılarının da Kıbrıs sorununun arkasına sığındığını unutmuşlar.
Doğrudur; Ortadoğu’da her şey yolunda gitseydi, Mısır’da seçimle işbaşına gelmiş hükümet iktidarda kalıp ülkeyi demokratikleştirmek yolunda adım atsaydı, Suriye sorunu bu kadar çetrefilli hale gelmeseydi, Türkiye AB’ye daha az ilgi duyar, AB’yi daha az önemserdi. Ancak müzakere başlıklarında tıkanmanın nedeni Türkiye değildi.
Müzakereler Türkiye’nin demokrasi ya da insan hakları alanında AB’nin kendisinden beklediği sorumlulukları yerine getirmediği için değil bambaşka nedenlerle tıkanmıştı. Türkiye’nin Ortadoğu’ya gösterdiği ilgi tam tersine AB’nin Türkiye’ye stratejik önem atfetmesine ve kaybetmeyi göze alamamasına yol açtı.
Bugün AB ile konuşuyorsak, üyelik sürecimiz canlandıysa, bunu Türkiye’nin Ortadoğu’da rol oynamasına borçluyuz. Türkiye’nin bölge politikası hatalı dahi olsa sonunda etkili oldu. Eleştirdiler ama Türkiye’nin bu bölgedeki önemini de tescil ettiler.
Eleştirmek için ister “sıfır sorun”, ister “değerli yalnızlık”, ister “reset” metaforundan yola çıkılsın, varılacak yer Türkiye’nin bölgesinde çıkar ve beklentileri göz ardı edilemeyecek önemli bir oyuncu haline geldiği olacaktır. Dünyanın bu kavramları bu denli konuşuyor olması bile aslında uyguladığınız siyasetin temelde doğru olduğunun göstergesidir.
Bundan sonra yapılması gereken ve zaten bir ölçüde yapılan bölgede ve dünyada yaşanan değişimlere ayak uydurmak, politikanızı o değişimlere uyumlu hale getirmektir. Türkiye yaptıklarından “utandırılmak” ve bölgeden kabuğuna geri çekilmeye zorlanmak istenmektedir.
Utandırılma yöntemlerinden biri de “cihatçılar” meselesidir. Türkiye Suriye’deki radikallere geçiş kapısı olduğu yönünde uluslararası basının baskısı altındadır. Türkiye’nin El Kaide’ye kucak açtığı dahi söylenmektedir. Radikallere gösterilen toleransın hem Türkiye, hem de Avrupa için tehlikeli olacağı vurgulanmaktadır.
***
Bu tür yayınlar düşünce kuruluşlarını etkilemekte, Suriye sorunu Türkiye’nin yapıp yapmadıkları üstünden okunmaktadır. Suriye’deki meşru muhalefete destek vermeyen, onları yalnız bırakan AB ve ABD, radikalleşmenin sebebini Türkiye’den geçişlere bağlamaktadır.
Kimse bölgenin Vahabileşmesini destekleyen Suudi Arabistan’a, Çeçen savaşçıları ülkesinde tutamayan Rusya’ya ya da kendi vatandaşlarına sahip olamayan teker teker Avrupa ülkelerine bir şey söylememektedir. Herkes her şeyi Türkiye’den beklemektedir.
Diğer yandan Türkiye’nin de kendi güvenliği için çok daha dikkatli olması, bu tür haberleri itham değil ihbar olarak görmesi gerekmektedir. Devletimizin derinlikleri tüm diğer devletlerin derin yerleri gibi bu tür radikal unsurları ileride kullanılabilecek bir koz olarak görse dahi, siyaset risklerini hesaba katmak zorundadır.