Düğün ve cenaze merasimleri toplumun dargınlıklarını unuttuğu, sevinç ya da hüzün etrafında bir araya gelip kenetlendiği, kültürünü yaşadığı yerlerdir. Ancak ne gariptir ki millet olarak böylesine özel zamanları dahi bir inatlaşma ve ayrıştırma bahanesine dönüştürebiliyoruz.
Uzun yıllar tiyatro yapmış, solcu ve muhalif kişiliğiyle bilinen sanatçı Ferhan Şensoy, geçtiğimiz günlerde bu dünyadaki ömrünü tamamlayarak ahirete irtihal eyledi. Bundan sonra ona ne olacağını ancak Allah bilir.
Cenaze merasiminde yapılan bir konuşma, toplum nezdinde itibarlı bir sanatçı olan Ferhan Şensoy'un kişiliğinin ve tiyatrosunun önüne geçerek merasimin ayrıştırıcı bir mahiyete bürünmesine sebep oldu.
Cenaze töreninde söz alan Cihat Tamer, böyle acılı bir günde, bir sanatçıya yakışmayacak sözler sarf etti: "Yetmiş senedir bu ülkeyi din bağımlısı hükümetler yönetiyor. Ona rağmen yetmiş senedir inadına tiyatro yapıyoruz!"
Amacı toplumu birleştirmek ve bilinçlendirmek olması gereken bir sanatçıdan bu öfke dolu sözleri duymak bizi çok şaşırttı.
Sanatçı, toplumun vicdanıdır ve gücünü toplumdan alır. Sözleri ve hareketleriyle toplumu ayrıştıramaz ve fitne aracı olacak şekilde icra-i faaliyet edemez.
Biz, sanatın temelinde sevgi ve saygının yattığını düşünüyoruz.
Herkese ve her kesime karşı saygı...
Ancak öyle görünüyor ki bazıları sanatı bir savaş baltası olarak kullanıyor, o baltayla da milleti birbirine bağlayan damarları kesmeye çalışıyorlar.
Kendini sanatçı olarak vasıflandıran bir insanın bir cenaze törenindeki bu sözlerinin "masum bir çıkış" olduğunu düşünebilir miyiz?
Ajandasında gizli bir gündemi olmayan bir kimse cenaze törenini sabote edip, sanatçının ve sanatın önüne geçer miydi?
Tamer'in amacı üzüm yemek değil.
Sanatçıya ve sanata bundan daha büyük bir kötülük yapılamaz.
Tamer'in çıkışından şunu anlıyoruz: Demek ki birileri tiyatro veya diğer sanatları toplumu birleştirmek için değil aksine ayrıştırmak için kullanıyor.
O zaman bize düşen, tiyatro başta olmak üzere bütün sanatları, sanatın asli mecrası olan sevgi zemininde icra etmektir.
"İnadına tiyatro" değil "Sevgiyle tiyatro" anlayışına sahip sanatçılar yetiştirmeliyiz acilen.
Sanat ve kültür hiçbir kesimin, zümrenin veya kişinin tekelinde değildir.
Tahsin Konur'un, 'Devlet Tiyatro İlişkisi' isimli kitabında yazmış olduğu nokta atışı bir tespiti vardır: "1979 Fransız Devrimi sırasında tiyatro, devrim düşüncesini yaymak için kullanılmış, bu amaçla büyük kitlesel gösterilere ve sokak tiyatrolarına yer verilmiştir. SSCB'de de yine devrim düşüncesini yaymak ve ilkelerini pekiştirmek amacıyla büyük kitlesel gösterilerin düzenlendiği bilinmektedir. Bizde de CHP'nin bir yan örgütü olarak kurulan Halkevlerinde, tiyatro etkinlikleri 'inkılap fikirlerinin ve duygularının halka ifade hususunda en kuvvetli vasıta' olarak kabul edilmiştir."
Cihat Tamer'in de tiyatroya, Bakırköy Halkevi'nde amatör olarak başladığını söyleyelim ve şimdilerde İBB tarafından sahiplenilen Gezi olaylarının baş aktörünü ve kol kola olan CHP zihniyetli tiyatrocuları hatırlayalım.
Tiyatro; kadim kültürümüze ait olmasa da Tanzimat döneminde, Batıdan alınan birçok yenilikle birlikte edebiyatımıza eklenmiştir ve günümüzde de bir kültür-sanat faaliyeti olarak ifa edilmeye çalışılmaktadır.
Konur'un yaptığı tespitten yola çıkarak başta Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı olmak üzere birçok kuruma büyük görevler düştüğü kanaatindeyiz.
Cumhurbaşkanlığı himayesinde kurulacak bir vakıfla ve ilgili eğitim kurumlarıyla sanat; "inadına" yapılmaktan çıkarılmalı, "sevgi ve saygıyla" icra edilen bir hale dönüştürülmelidir.
Hatta Cumhurbaşkanlığı Tiyatro Topluluğu ve benzeri sanat grupları da hayata geçirilse yeridir.
Cenaze töreninde oldukça yakışıksız kelimeler kullanan Tamer'e de bir bilgilendirme: Ferhan Şensoy'a son görevinizi yaparak, onu uğurladığınız ahirette "meyhane" diye bir yer yok.
Orada herkes için ya sadece Cennet ya da sadece Cehennem var.