Canı yanan... Canı sıkılan...Kuyruğu sıkışan... Puan kaybeden... İtibar kaybeden... Rahat durmayan... Geleceği/yarını/umudu tehlikede olan... Rant/şöhret/kaos peşinde olan... Bir şeyler yapıyormuş gibi görünmek isteyen... Dikkatleri başka yönlere yönlendirmek peşinde olan... Fırsat kollayan... Taraftarının gözünü boyayayan... Gerilimden beslenen... Ortalığı karıştıran... Ne kadar yasa-yönetmelik değişirse değişsin; asla kendisi ve hataları değişmeyen sabit statükolu beyinler... Hepsi birden, Türk spor camiasını oluşturuyor.
***
Birinin diğerinden bir farkı yok... Hatta iyi bir insan, iyi bir yönetici, iyi bir spor adamı olsa da; bağlı/bağımlı oldukları kişi ve kurumların çıkarlarına gözü kapalı ve tavizsiz şekilde tutkun olmalarının cezasını hepimize ödettiriyorlar.
Doğru, bir tane değil; binbir tane... Bu yüzden de hakem konusunda, VAR konusunda, federasyon konusunda, kurullar konusunda, rekabet konusunda, fair-play konusunda birbirimize güvenimiz-güvencemiz yok.
Mantık, akıl ve fikir yürütmek; bağlı olduğumuz tutkularımızın esiri olmuş... Tek doğru, kendi doğrumuz. İnatçı, bağnaz, kör duygular içindeyiz. Sen, ben, o değil... O grup bu grup değil... Filan kulüp, filan camia değil... Cümle alem, topyekun (Medyasıyla da) hepimiz öyleyiz.
Bu yüzden de, başımız bir türlü dertten/sıkıntıdan/buhranlardan kurtulamıyor. Hep batağın, çukurun, tartışmanın, kaosun içindeyiz. Akil insanlar bile, sakil insana dönüşebiliyor.
Çözüm sıfır... Huzur sıfır... Güven sıfır... Böyle yaşanılır mı?
***
“Hedefe giden yolda, herşey mübahtır” anlayışının belimizi büktüğü köhne düzen; bu haliyle daha fazla süremez.
Üç büyük kulübün başkanlarını tek tek incelediğiniz zaman; ne denli değerli olduklarını görüyor, anlıyor ve kabul ediyoruz ama; (Davranış ve sözleriyle) onların Türk sporunun tam ortasına attıkları bombaları görünce, nutkumuz tutuluyor. Yeter artık!