CHP’nin 37. Olağan Kurultayında 10 yılda 11 seçim kaybetmesine rağmen pozisyonunu koruyan Kemal Kılıçdaroğlu “pek olağan” şekilde 6. kez genel başkan oldu.
“Tek adam”, “diktatör” yakıştırmalarının yapıldığı Kılıçdaroğlu 80 il başkanının imzasıyla tek aday gösterildi gösterilmesine ama karşısında parti yönetimine sert eleştiriler yönelten üç rakibi daha vardı aslında.
İlhan Cihaner, Aytuğ Yazıcı ve Tolga Yarman. Lakin tüzük gereği 1352 delegeden 68’inin imzasını alamadıkları için genel başkanlığa aday olamadılar.
Kurultay öncesinde 128 imza topladığı bilgisi kulislere yansıyan Cihaner kürsüde çok önemli bir iddiada bulundu. Kendisine imza veren delegelerin imzalarını geri çekmeye zorlandıklarını, işleri aşlarıyla tehdit edildiklerini dile getirdi. “Bu alçaklıktır” dedi, kurultayı “tiyatro” olarak niteledi.
Kılıçdaroğlu CHP’sini sağa kaymasına rağmen Kürtlerin oyuna talip olmakla itham etti Cihaner. Kurultayda antidemokratik bir süreç işlediğini, parti yönetimin il kongrelerine müdahale ettiğini, il yönetimlerinin tepeden dayatılan blok listelerle belirlendiğini ifade etti.
Divan başkanının müdahalesiyle sık sık kesilen kısacık konuşmasında İlhan Cihaner konuşurken salon boştu. Zira Kılıçdaroğlu konuşması bittikten ve oylamayı yaptırdıktan sonra kimseyi dinlememiş ve salondan çıkmıştı.
Zaten CHP medyası da Kılıçdaroğlu CHP’sini eleştiren hiçbir konuşmacıyı canlı vermedi. Sair zamanda ifade özgürlüğü, demokrasi, çok seslilik ve eleştirinin yüceliği üzerine mangalda kül bırakmayan Halk TV, TELE1 ve KRT hiç oralı olmadı.
CHP’de parti içi demokrasinin varlığı ve farklı seslere tahammül konusunda fikir verecek bir diğer müdahale ise oturma düzeniydi. Önceki kurultaylarda Kılıçdaroğlu’nu epey zorlayan ve son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP adayı olarak CHP’den 8 puan fazla alarak önemli bir başarıya ulaşan Muharrem İnce salonun en arkasında ara koltuğa oturtularak görünmez kılınmak istenmişti.
Bu “olağan” tahammülsüzlükleri bir yana bırakırsak Kurultay’dan geriye kalan ve siyasetin aritmetiğini haber veren cümle Kılıçdaroğlu’na ait “ilk seçimlerde dostlarımızla beraber iktidar olacağız” cümlesidir.
Bunu açacağım ama önce “ikinci yüzyıla çağrı” içeren konuşmadaki “cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracağız” vaadini yüzyıllık gecikme nedeniyle ironik lakin yeni dönem açısından çok manidar bulduğumu ifade edeyim.
“Dostlarla iktidar” hedefinin ise dostlarla yol yürümeyi, siyaset ortaklığını, ülkeye hizmeti içermediği şu bir yıllık belediye tecrübesinden anlaşılıyor.
Hedefin bir kez daha “Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı” gibi bir verimsizliğe mahkum; İyi Parti’nin, HDP’nin, Saadet Partisi’nin oyuna ve Babacan ile Davutoğlu’nun AK Parti’den kopartabildiği yongalara muhtaç olduğu genel başkan ağzından dile getirilmiş oldu.
Acıklı olan şu ki, Türkiye’nin en eski ve ikinci büyük partisi kendisini iktidara en yakın hissettiğinde bile zayıflığını ve yetersizliğini tescil ediyor aslında.
HDP’nin oyunu aldıktan sonra ortaklığa aykırı davrandığı için eleştirilen CHP’nin yeni etüt konusu Babacan’ın partisi. Parti meclisinin DP ile ittifaka uyumlu olmasının planlandığı Kılıçdaroğlu’na atıfla epeyce yazıldı.
CHP’de 2013 sonrası görünür olan yeni siyaseti ve bu yeni siyaseti inşa ve takip eden ekibi belirleyen faktörlerden biri Millet ittifakını oluşturan görünür-görünmez partilerin CHP çatısı altında toplayan strateji ise diğeri CHP’nin küresel güçlerle ve küresel sermayeyle ortaklaşmasıdır. Kemalist sol-sosyalist çevrelerin CHP’ye yönelttiği sert eleştiriler buralarda ve CHP’nin siyasetin sağında sonradan peyda edilen üç yeni partiyle (İP, DP, GP) uyum için değiştirdiği kılıklarda toplanıyor.
Liberal çevreler buna “merkez siyaset” dese de söylem benzerliği bile olmayan bu parçalı yapıdan bırakın merkezi-ortayı, siyaset bile çıkmadığı gerçeğini bilerek atlıyorlar elbette.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan, etüt ve uyum çabalarıyla giderek daha da amorf hale gelen CHP’nin başını çektiği “karşı ittifakı” takip ve tahlil etmeye devam.