Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk kadınının seçme-seçilme hakkını kazanmasının 87. yıldönümünde yayınladığı mesajda birkaç hakikatin altını çizdi.
Bunların ilki, Türkiye'de kadınların demokratik haklarına bir hakkın ve idealin anayasal olarak tanınması bakımından Avrupa'daki kadınlardan önce kavuşmuş olmasıdır. Zira zannedilenin/yanlış öğretilenin aksine Osmanlı'nın son döneminde güçlü ve gayet canlı bir kadın hareketi vardır. Kadınlar eğitim almakta, gazetelerde yazmakta, dergiler çıkarmakta, edebi kamunun bir parçası olarak kültürel hayatın içinde varlık göstermektedirler.
Ve Cumhuriyetin kurucu kadrosu toplumun en azından şehirlerde yaşayan bir kesimince tanımlı, talep edilen bir hakkını teslim ederek övünç duyulacak önemli bir adım atmıştır.
Diğer hakikat ise yakın tarihe ait.
Türk kadını seçme hakkına ta 1934'de kavuşmuşken, bazı kadınların -başörtülülerin- seçilme hakkına ancak 2014'te ve AK Parti icraatları sayesinde ulaşabildiğidir.
Üstelik bu hak kurumsal olarak CHP'ye, zihniyet olarak CHP gölgesindeki faşist yobazlara rağmen teslim edilebilmiştir.
Bu manada CHP, başörtüsü özgürlüğünü engellemek için çok uğraşmıştır. Bu tarihi bir gerçektir.
Kılıçdaroğlu bugün konjonktürel olarak özgürlükçü bir profilmiş gibi görünse de hem bizzat kendisi hem başında bulunduğu partisi bu kötülüğün kaynağı, icracısı ve olağan şüphelisidir.
Geri dönüp baktığımızda kötülüğün kronolojisinde baştan sona CHP'nin parmak izleri var.
Ve elbette aynı yerden beslenen ve kendilerini birinci sınıf, geri kalan herkesi "zenci" sayan, "Kürtlerin sadece Türklere hizmet etme özgürlüğü vardır" diye buyuran sömürgeci kafalıların parmak izleri...
Hakkını teslim edelim o halde; başörtülülerin haklarını gasp ettirmek için gerçekten çok uğraştı CHP.
Başörtülülerin eğitim hakkını, kariyer mesleklerde çalışma hakkını, seçilme hakkını, prestijli konumlara yükselme hakkını ve benzeri haklarını gasp etmek için büyük mücadele verdi.
Başörtülüleri iradesi olmayan zayıf karakterler olarak kodlamaya, ikna edilmeye istekli olmadıkları için dışlamaya, aşağılamaya çalıştılar.
1960'ların ortasından başlayarak başlarını örten kızlara kadınlara dünyayı dar ettiler.
Kah okuldan, kamudan atarak, kah milletin oyuyla seçilmiş milletvekilini Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden kovarak, kah sadece hademeliğe, fabrika işçiliğine layık görerek, kah başörtüsüne türban adı takıp örtünme iradesini indirgeyerek ezmek istediler.
Ama başaramadılar.
Başaramayınca da "biz izin verdik öyle özgür oldu" dediler. "Başörtüsü özgürlüğünü bize borçlusunuz" diye kafa tuttular.
On binlerce genç kızın, kadının hayatlarını telafi edilemeyecek biçimde tarumar ettiklerini, derin yaralar açtıklarını, toplumsal travmalara neden olduklarını hatırlayıp mahcup olmadılar.
Bilakis...
İstanbul Üniversitesinde ikna odaları kurarak başörtülü kızlara psikolojik işkence uygulayan dönemin rektör yardımcısı Nur Serter'i milletvekili yaparak ödüllendirdi CHP.
Merve Kavakçı'nın başörtüsüyle Meclise girmesini engellemek için kürsüyü kuşatan, holiganlık yapan, tempo tutup "bu kadına haddini bildirin" diye bağırandır CHP.
Üniversitede başörtüsüne serbestiyet getiren anayasal düzenlemeyi daha mürekkebi kurumadan iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesine götürendir CHP.
İptal dilekçesinde imzası var Kılıçdaroğlu'nun. O günün fotoğraflarına, iptal dilekçesine bakın.
Evveli de var zaten. SSK Genel Müdürüyken kurum adına avukatlık yapan ve mecburiyetten başörtüsü üzerine peruk takan kadınları işten atmakla tehdit edip başınızı açın diye dayatandır Kılıçdaroğlu.
CHP'ye rağmen seçilerek Meclise gelen ve AK Parti Grup Başkanvekilliği görevini başarıyla yerine getiren Özlem Zengin'e hitaben Ecevit'in tarihe geçen o utanç cümlesini bir de 2019'da kurandır CHP.
2019, daha dün yani.
Velhasıl HDP kuyruğuna takılmak dışında değişmemiştir CHP.
Toplumla, toplumun değerleriyle barışmamış, Engin Özkoç kafasında, Kılıçdaroğlu'nun işlem görmüş vücudunda yaşamaktadır.
Helalleşelim mi diye dudak sarkıtan Kılıçdaroğlu sahte, dün Meclis kürsüsünde el hareketiyle küfreden Kılıçdaroğlu asıldır. Bu kadarı kâfi, başka söz gerekmez.