Kendimi bildim bileli bir geri kalmışlık ya da bıraktırılmışlık “ayıbını” hissederim. Koşmak varken neden sür-git emeklediğimizi merak ederim çocukluğumdan beri. Acaba biz tembel, beceriksiz ve yeteneksiz insanlar mıyız? Gelişmiş ülke insanının keyfi gıcırken niye ben ağlarım acınacak halime? Bu soruların cevabı CHP’nin 1923—1945 tek parti döneminde yatar. CHP imparatorluktan cumhuriyete dönüşümü yukarıdan başlayarak topluma dayattı. Önce Osmanlı’dan miras kalan kurumlarda reformlara soyundu ardından da salt bazı kesimlere çekici gelen Batılı düşünce biçimi ve örgütlenmeyi başlattı. CHP’nin birinci sıradaki hedefi ulus-vatan temelinde bir Türk devleti kurulmasıydı. Yani CHP bir halk hareketiyle özdeşleşmek için çaba harcıyordu. Ancak parti ne toplumsal uzlaşmanın, siyasi bir evrim sürecinin ne de toplumsal ve kültürel yapıdan kaynaklanan bir halk hareketinin ürünü olarak kurulmuştu. Parti kurulduğunda da bu gün de hep seçkinlerden yana duruş sergilemişti. Peki toprakları üzerinde bağımsız bir Türk ulus-devletinin ekonomik yapısı nasıl olacaktı?
Efendim, tek parti döneminde ekonominin tümüyle devletin elinde olması toplumsal yapıyı değiştirdi. Yerel sermayenin çok az olması, pazarda talebin çokluğu, boğaz tokluğuna çalışacak insan bolluğu ekonomik devletciliğin gelişmesini sağladı. Devlet vergileri arttırarak sermaye topladı. İzmir İktisat Kongresinde uyugulayacağını açıkladığı liberal ekonomiyi, hele de Mustafa Kemal’in rahatsızlığından sonra, iyice terk etti. Hele 1938’den sonra Milli Şef, özel girişimi desteklemek yerine iyice kösteklemeye başladı. Gerçi devletçilik kavramını tam anlamıyla çözememiş bazı bakanlıklar özel sektöre kaynak aktarmadı değil. Ama bu kaynak aktarımında ölçü Milli Şef’e bağlılıktı. Dahası devlet kendisiyle ekonomide rekabete girebilecek hiçbir özel kuruluşa izin vermiyordu!
CHP’nin yönlendirmesiyle partiye sıkıca bağlı özel girişimciler, devlet şirketlerinin ihtiyacı olan şekerpancarı, pamuk, üzüm ekimine başladılar. Sanayi ham madde yetiştiren ve pazarlayan toprak sahipleri, zengin tarımcılarla kabzımallar hem zengin oldu hem de itibarlı bir sınıf oluşturmaya başladı. (Kemal Karpat—Türk Siyasi Tarihi) İşte bu yeni sınıf CHP’nin ve onun kurduğu düzeni hep destekledi. CHP’nin adında Halk vardı ama halk hiç bir zaman partiye tam anlamıyla sahip çıkmadı. Milletle daha iç içe olan, ilk mecliste yer alan, serbest girişimi siyasi ve toplumsal alanlarda destekleyen ancak kültürel anlamda gelenekçi ve İslamcı olarak tanımlanabilecek gerçek halkçı kesim 1923’de meclise giremedi ve 1924’de kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı destekledi. Daha sonra CHP’ye muhalif bütün partilerde bu “gerçek halkçılar” yer aldı.
CHP modernleşme ya da çağdaşlaşmayı yapısal değil kültürel değişimlerle sağlamaya kalkıştı. Ve tabi İstklal Savaşı sürecinde halkcılığı miletten yana ve milletin içinden olarak tanımlarken bu kez, sınıfsız bir toplum olarak anlatmaya başladı. Yani toplumsal eşitliği vurguluyordu CHP. Oysaki artık toplumsal eşitlik sadece yasalar önünde geçerliydi; CHP zenginleri ve parti üyeleriyle yeni bir sınıf oluşturmuştu partiyi omuzlayan.
CHP’nin gelenekçilik karşıtı ve materyalist bir kimlik kazanmasının baş sorumlusuysa Recep Peker’dir. CHP’nin “kadife eldiven içinde demir yumrukla toplumu yönetme” istemi Peker’in eseridir. Bu düşüncesini halka zorla kabul ettirmek için dokuz bölümden oluşan bir dizi konferans düzenledi. Bu konferanslar daha sonra kitap olarak basıldı ve zorunlu ders olarak üniversitelerde okutuldu! Özetle CHP hep kendi yarattığı bir seçkin sınıfın partisi olmuş halkla hiç bir zaman bütünleşememiştir. Son zamanlarda başlayan “Yeni CHP” söylemleri içi doldurulmamış boş sloganlar olarak kalacaktır çünkü CHP evrilmeyle devrilmeyi aynı şey sanmaktadır hala...