Bazıları seçim sonuçlarına itirazların çok yeni bir şey olduğunu düşünebilir; oysa altmış dört yıldan bu yana seçim yapan bir ülkede, seçim sürecinde çok tecrübe kazanılmış olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Keşke bu hafta ‘güncel’ bir yazı yazsaydım!
1954 seçimi, DP’nin kesin üstünlüğü ile sonuçlanmıştı. DP, hatta 1950 seçimiyle bile kıyaslanamayacak ölçüde, çok başarılı bir sonuç elde etmişti. Seçim sonucu açıklandığında; DP’nin oy oranı % 58’i bile biraz geçmişti. Bu, siyasî hayatımızda bir iktidar partisinin alabildiği en yüksek oy oranıydı. O zaman bu rekorun bugüne kadar asla kırılamayacağını öngörmek belki de mümkün değildi. DP’nin toplam oyları 5 milyon üç yüz bini aşıyordu. TBMM’deki toplam 541 milletvekilliğinin 503’ünü kazanmıştı ki, bu rakam, Meclisin % 93’ünün DP üyelerinden oluştuğu anlamına geliyordu.
DP’nin tartışılmaz üstünlüğü
Eğer 1950 seçimiyle kıyaslamak gerekirse; DP, bir önceki seçimde % 55’i azıcık aşan bir oran yakalamıştı. Yine de Meclis’teki temsil oranı % 85 kadardı. Toplam oyu da 4 milyon dört yüz bine yakındı. Sonuçta; 1954 seçiminde DP, oy oranını daha da artırmış; neredeyse bir milyon kadar yeni seçmenin desteğini sağlamıştı.
CHP’nin kazanma umudu da sürüyordu
Gelelim muhalefet partisi olan CHP’ye… CHP, seçmenin 1950 seçimindeki ‘tarihsel yanılgısı’nın artık farkına vardığı kanısındaydı. Seçmen, iktidarı değiştirecekti. Beklentisi büyüktü. Zaten 50 seçimini kaybettiğinde, CHP’nin önde gelen yöneticilerinin bazıları; DP’nin müstakbel yönetici kadrosuna bakarak ve biraz da gördükleri karşısında dudak bükerek; DP’nin altı ay bile ülkeyi yönetemeyeceği öngörüsünde bulunmuşlardı! Hatta -bir söylentiye göre- çok önemli bir isim, DP’nin kısa sürede, tecrübesizliği ve bilgisizliği yüzünden; (çünkü, onların milletvekilleri ile yöneticileri, genellikle taşradan kopup gelmiş sıradan insanlardı), iktidarı tek başına sürdüremeyeceğini anlayacağını ve mecburen CHP’ye bir koalisyon hükûmeti önereceğini ileri sürmüştü! Fakat CHP, kapısına geldiğinde DP’yi geri çevirmeliydi, ona göre…
Ama seçim sonucu, bütün bu beklentilerin büyük bir hayal kırıklığına dönüşmesine neden oldu. CHP, bir önceki seçimde aldığı oyu bile alamamıştı! 50 seçiminde CHP, neredeyse % 40 oy oranına sahipti; toplam oyları üç milyon yüzeli bine yakındı. 69 da milletvekili kazanmıştı. Oysa ikinci seçimde, CHP, umduğunu bulmak bir yana, adeta yıkılmış sayılırdı: Bu kez, oy oranı sadece % 35’di; oy toplamında da yalnızca yaklaşık olarak elli binlik bir artış görülmüştü. Milletvekili sayısı da sadece 35 idi. Meclis’teki üyelerin sadece % 5’i CHP’ye aitti. Bir anlamda CHP Meclis’ten silinmişti.
Seçim itirazsız olur mu hiç?
Bu kadar açık ve net bir seçim sonucu bile CHP’nin seçime ilişkin itirazlarını önlemeye yetmemişti. Bazılar, 1950-1960 dönemini ele alırken, muhalefetin yalnızca 1957 seçiminin sonucuna itiraz ettiğini hatırlayabilirler; fakat öyle değil. CHP, 1954 seçiminin de âdil olmadığını ileri sürüyordu. Seçimin ertesi gününden itibaren basında CHP’nin itiraz ettiği seçim sonuçlarına ilişkin haberler yayınlanmaya başlamıştı bile. Burada seçimin ayrıntılarına inerek, CHP’nin hangi illerde ne oranda bir farkla seçimi yitirdiğine bakmayacağım. Burada dikkat çekmeye çalıştığım ana husus; CHP’nin seçim sonucunda rakibi partiyle arasında oluşan 23 puan farka rağmen, seçim sonuçlarına itiraz etmekte bir fayda görmüş olmasıdır.
Aslında amaç; sonuç alınmasına imkân olmamasına rağmen, seçimde usûlsüzlükler yapıldığını imâ etmek, hatta bunun propagandasına daha seçimin ertesi gününden itibaren başlamaktı. Bir sonraki seçime kadar seçmen nezdinde gadre uğrayan bir muhalefet partisi olarak görülmek, belli ki, tercih edilmişti!
İsmet İnönü yenilgiyi nasıl yorumlamıştı?
İsmet İnönü, seçimden sonra, 26 Temmuz 1954 günü CHP on birinci kurultayında yaptığı konuşmada, seçim yenilgisinin bir değerlendirmesini de yapmak ihtiyacını hissetmişti. Bugünden bakıldığında ilginç olan nokta, İnönü’nün CHP’nin bu tarihsel anlamda çok ağır seçim yenilgisinin hemen ardından, partisinin yetersizliğine ilişkin hiçbir açıklamada bulunmamayı tercih etmiş olmasıdır. Bir öz eleştiri bekleniyorsa eğer, İnönü bundan kaçınmayı uygun görmüştür. O, partisinin seçim öncesinde bir seçim beyannamesi yayınlamış olmasının önemli bir başarı olduğu kanısındaydı. CHP, “kudretli ve faydalı” bir partiydi.
Hükûmetin seçim istatistiğini “bu kadar kısa” zamanda, fakat “tafsilatsız” [ayrıntılar olmaksızın] ilân etmesi, yeterli olmamıştı. Çünkü, “bu cetvel üzerinde seçim karakteri hakkında, yani şehirli ve köylü vatandaşların hangi nevi meseleleri, ne nisbette intizam ettiğine dair bir tahlil yapmaya imkân yoktu.” Uzmanlar ve resmî istatistik kurumları, kesin ayrıntıları inceleyip de, yayınlamadığı sürece, bu türden rakamlarla seçime ilişkin “derin” bir analiz yapmak zaten imkânsızdı.
Diğer yandan, İnönü, parti teşkilâtının aslında illerde ve ilçelerde ve hatta her sandıkta kullanılan oyların rakamlarına “nazarî” [teorik] olarak sahip olduğunu da belirtiyordu. Fakat CHP merkezi, aradan geçen bu zaman içinde, bu bilgileri toplayamamıştı. Eğer toplama becerisini gösterebilmiş olsaydı, ancak bu takdirde İnönü ve CHP, “seçim neticeleri üzerinde daha geniş tahliller yapabilirdi.” Bir devlet dairesinin yükümlülüğü olan bu işin, “bir siyasî partinin ne kadar zamanda, ne dereceye kadar yapılabileceğini kestiremiyoruz” diyordu İnönü…
CHP yenilmemişti; sadece DP kazanmıştı!
Sonuçta, CHP, seçim sonucunu tam olarak değerlendirmek için ayrıntılı rakamlara muhtaçtı! O zamana kadar da böyle bir çabadan uzak durmak istiyordu. Ama yine de İnönü, konuşmasında, bir cümleyle sonucu şöyle özetlemeye çalışmıştı: “Seçim neticesini ana hatlarıyla şu şekilde mânâlandırabiliriz: DP, 1954 seçimleri neticesinde, iktidarı muhafaza etmiştir.” Bu cümle, herhalde seçim sonucunu henüz anlayamamış CHP seçmenini aydınlatmak amacıyla ifade edilmişti! Belki de bazı CHP’liler, iktidara geldiklerini sanıyorlardı. Böylece gerçeği görmüşlerdi!
Bu gerçeği biraz daha ayrıntılandırmak isteyen İnönü, ardından şunları söylemişti: “Temel olarak bu hükmü kaydettikten sonra, seçmenin hangi mevzuları iltizam edip, hangi mevzuları iltizam etmediğini kestirmek mümkün olmadığı gibi; seçim usûlünde ve icrasında şikâyet ettiğimiz unsurların, seçim rakamlarına tesirlerini, bugün tayin ve tahlil edebilecek durumda değiliz.”
İnönü’nün itirazları
İsmet İnönü, yasaya göre, seçim propagandasının seçim gününden önceki son üç gün için yasaklanmasının “salim ve eşit bir seçim mücadelesi için zararlı” olduğu kanısındaydı; bu yasak, iktidar için avantaj yaratıyordu. Ayrıca, seçim için harcanacak paranın da denetimi gerekirdi. Dinin siyasete âlet edilmesinin önüne geçilmeliydi. Devlet kurumlarının iktidar lehine devlet bütçesinden propaganda yapmasının da önüne geçilmeliydi.
Bütün bunlar; seçimin sonucunu CHP’nin aleyhine çevirmişti. Fakat İnönü, bu “tesirin riyazî [matematiksel] derecesini takdir etmek tabiî ki imkânsızdır” diyordu. Sonuçta; % 35’lik bir CHP oy oranı, “büyük bir varlık”tı. CHP’nin bu oy oranı ile Meclis’te adeta minik bir ada olarak kalmasının nedeni, elbette seçim sistemi olan çoğunluk yöntemiydi. İnönü, bu usûlün değiştirilmesinden yanaydı. Nisbî temsile geçilmeliydi artık. Bu konudaki deneyimler, nisbî temsilin kabulü için kamuoyunun ikna edilmesi gerektiğini de ortaya koymuştu.
Elbette seçim sistemi hayli tartışılabilirdi; diğer yandan, İnönü’nün gözden uzak tuttuğu husus; seçimde çoğunluk yöntemini, DP’nin bütün ısrarlı çabalarına rağmen, 1950 öncesinde iktidar partisi olarak CHP’nin değiştirmediği gerçeğiydi! CHP, bu kararından dolayı çoktan pişmandı; fakat iktidarın çoğunluk yöntemini değiştirmesini beklemek, olsa olsa siyasî etiğe sarılmaktan geçiyordu. Çünkü, DP, muhalefetteyken çoğunluk sisteminin değiştirilmesi gerektiğini söylemişti. Ama bir de tabiî siyasî gerçekler vardı: DP, birinci parti olduğu sürece sistemi değiştirmeye gerek görmeyecektir!
“Muhalefet tasfiye ediliyor”
İnönü, iktidarın 1950’den beri muhalefeti “teşekkül ve şahıslar olarak tasfiye hevesine düştüğü”nü ileri sürüyordu. Seçimi kazandığı andan itibaren de “aynı hastalık daha şiddetle tepmiş olarak kendisini göstermişti.” İnönü şöyle devam ediyordu: “İktidar başında olanlar, aynı ithamları bizler için söylerler; ama haksız söylediklerinde kimsenin tereddüdü yoktur.” Oysa, CHP; yalnızca “inkılâpların bekçisi” idi. Keşke iktidar da böyle olsaydı; o zaman CHP “huzur” bulurdu! CHP’nin 1954 seçim değerlendirmesi bundan ibaretti. Dedim ya, keşke ‘güncel’bir yazı yazsaydım diye…