Haziran ayında yapılacak genel seçimlerin ardından Türkiye’nin önünde seçimsiz, sandıksız, kesintisiz 4 yıl bulunuyor. Böyle bir dört yıl, bir demokrasi için; özellikle de Türkiye gibi çözüm bekleyen ağır sorunları olan bir demokrasi için çok değerlidir. İktidarın da muhalefetin de temel meselelere odaklanmasını sağlar, siyasetin kalitesini artırır.
Bu elbette, seçime kadar geçecek 6-7 ayın sandık hesabıyla boşa geçirilmesi anlamına da gelmiyor. Mevcut parlamentonun temsil gücü yüksektir ve dahası yeni seçim de en azından şimdilik çok farklı bir profil vaat etmemektedir. Türkiye’nin birlikte yaşadığı meseleler konusunda sahip olduğu uzmanlık hesaba katılırsa dört yıl da dört ay da aynı kapıya çıkar. İstenirse dört yılda çözülebilecek birçok sorun dört ayda hatta dört hafta da çözülebilir. Yeter ki o zemin, o atmosfer oluşturulsun. Ya da o siyasi cesaret...
Bir teklif işe yarayabilir
Davutoğlu hükümetinin daha yolun başında, Haziran’a kadar temel sorunları çözme iradesini koyduğunu biliyoruz. Ama tek başına iktidarın irade koymasının yetmediği sorunlarımız var. Kürt sorunu, Alevi açılımı, yeni anayasa vb.
Sadece sorunların çözümsüzlüğünün marjinal maliyeti büyümüyor, eski Türkiye’nin mirası Yeni Türkiye’nin yürüyüşünü de ağırlaştırıyor. Özellikle ekonomi ve dış politikadaki potansiyel kullanımını azaltıyor. Oysa, haşır neşir olmaktan bıkmadığımız problemlerin tamamı zaten çözmek zorunda olduğumuz dosyalardır.
Belki şimdi yeni hükümetin ve yeni başbakanın sempatik bir hamleyle muhalefeti bir kez daha elini taşın altına sokmaya davet etmesi işe yarayabilir. Çözülmez gibi görülen sorunların birçoğu aslında sadece bir parça diyalog eksikliğinden ibarettir. Ki, Türkiye’nin yakın ve uzak geçmişinde bu eksikliğin sayısız örneği vardır.
Yeni partilerin sorunu neyse eskilerin de o
Muhalefet açısından da 2015 sonrası Türkiye’de söz ve pozisyon sahibi olmanın en kalıcı yolu bugünden takınılacak tavırdır. Mart ve Ağustos’ta art arda iki seçim kaybeden CHP-MHP ve HDP, Haziran’da bir mucize umudu taşımıyorsa şimdiden rasyonel olanı denemek zorundadır.
Geride kalan AK Partili yıllarda olmayan, olamayan şeyin bundan sonra yeni bir tavır geliştirilmeksizin olmasını beklemek beyhudedir. Tıpkı, yeni kurulan partilerin yeni bir cümle kurmadan büyük hayaller kurması gibi. Genel tabloya bakıldığında CHP ve MHP’nin sorunu neyse yeni kurulan partilerin sorunu da aynıdır. İki parti 9 seçim peş peşe AK Parti’ye kendilerini yenileyemedikleri, değişimi kavrayıp bir politikaya dönüştüremedikleri ve en nihayet eski Türkiye’nin kalıplarını kıramadıkları için kaybettiler. Atılan her yeni adım karşısında eskiye daha sıkı sarıldılar ve topluma bir gelecek umudu sunamadıkları gibi daha az refah daha az demokrasi ve daha az özgürlüğün temsilcisi kalmaya mahkum oldular.
Yaşam tarzı tehdidi sürüyor
12 yılda birçok reform yapıldı ve toplum tarafından benimsendi ama hem CHP hem de MHP bu reformlarla mücadele etmeye devam ediyor. Bu da problemin teşhisini imkansızlaştırıyor. Dindarların, Anadoluluların, Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların hakları üzerinde engelleyici tartışma yapan bir parti sadece sayısı giderek azalan geleneksel kitleleri için bir anlam ifade edebilir. Ne bütün ülkeyi kuşatabilir, ne de kendi tabanını genişletebilir. Kendi tabanıyla baş başa kalan bir parti de; mesela CHP, geride kalan büyük kitle için (yüzde 75) bir yaşam tarzı tehdidi olmaktan kurtulamaz.
Daha açık ifadeyle, herkese birden zenginlik ve demokrasi teklifi geliştiremeyen bir parti için Haziran seçiminin sonucu Mart ve Ağustos’tan bellidir.
Kim, 12 yılın kazanımlarına ve yeni sınıfların pastadan adil pay almasına diş bileyen bir partiye güvenebilir? Kendilerini ilk kez iyi hisseden, 90 yıl sonra nihayet vatandaşlık duygusuna ulaşan kitleler gelecekleri üzerine kumar oynayamaz. AK Parti bu yüzden alternatifsiz olmaya devam ediyor.
MHP’nin ama bilhassa CHP’nin sadece Dersim gibi uzak geçmişin hatalarıyla hesaplaşmak değil, yakın geçmişin değişimiyle de barışması gerekiyor.