Hatırlayalım... CHP iki hafta önce çözüm süreci için iktidara kredi açmıştı. Biraz irite edici, biraz dışarıdan bakan ve elbette Başbakan’ı tahrik etmeye yönelik bir tavırdı. Ne söylendiği çok önemli değildi. Sonuçta, CHP’nin bile dışında kalmayı göze alamayacağı bir çözüm atmosferi içine girildiği muhakkaktı. Ana muhalefet partisi ya kredi açarak ya da elini taşın altına koyarak sürecin bir parçası olmak zorundaydı. Çözüm istemek başka, istemek zorunda kalkmak başka bir şeydir.
Nitekim, kredi açan CHP o günden bugüne adımların hızlanması için bir çaba gösterme ihtiyacı da hissetmedi. Kendinizi kredi açma makamında görürseniz siyasi pozisyonunuz “İktidar yürüsün hata yapsın da biz meyvesini toplayalım”a gelip takılır.
Ancak, siyaset acımasız... Hatanın büyüğü ve muhtemelen unutulmaz olanı bizzat bu partinin içinden geldi. CHP milletvekili Birgül Ayman Güler, Kürt meselesinde artık bahsi dahi olmaması gereken ana dilde savunma konusuna karşı çıkarken şöyle dedi:
“Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz. Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız.”
Çözüme kredi bahşeden parti daha ilk dakikada MHP ile aynı safa düşmekle kalmadı; CHP’nin tarihsel olarak malul olduğu bir problemi yeniden bilinç üstüne yansıttı.
Böyle bir ifade, çözüm için umutlanan Kürtleri de Türkleri de rahatsız eder.
Böylesi sözler, tamamen psikolojik bir hat üzerinde ilerleyen ve bu psikolojik eşik aşıldığında çözüme ulaşmanın sanılandan çok çok kolay olacağı sürece ağır bir darbe indirir.
Şunu artık biliyoruz ki çözümü provoke edecek olan şiddet eylemleri değil karşılıklı aşağılama ve küçük görme cümleleridir. Milletvekili, bu yüzden en olmaması gerekeni yapmıştır.
CHP’nin ana dilde savunmaya karşı çıkması, CHP sözcüsünün buna karşı “saldırı” hattına geçeceklerini ilan etmesi, daha fazla oksijene ihtiyaç duyan çözüm atmosferine karbondioksit yaymaktan başka anlam taşımaz.
Terazinin bir kefesine Paris cinayetlerini koyun, öteki kefeye CHP’li vekilin sözlerini. Maksat çözümü engellemekse ikincisi daha ağır basar.
Meclis’te sergilenen, zaten tek parti yıllarında ezildiği, yok sayıldığı ve asimile edilmeye çalışıldığı için bugün ülkenin önüne kanla gelen bir sorunu çözmek şöyle dursun, daha da büyüten ırkçı bir tavırdır.
Anladık, CHP’nin kafası karışık.
Anladık, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu daha iki gün önce bu karışıklığın bir sonucu olarak altı oktan birisini partisindeki ulusalcılara hediye etmek zorunda kaldı.
Ama Türkiye’nin de bu kafa karışıklığını daha fazla taşımaya mecali de sabrı da yok.
CHP çözümün parçası olmayacaksa gölge etmemenin bir yolunu bulmalıdır; içindeki ayrımcı, ötekileştirici ve inkarcı politikayı dizginlemelidir. Ne yazık ki epey vakit kaybettiler ve yürürken de geride hasar bırakmaya başladılar.
Biz, Dersim Kafası’ndan kurtuldu diye umutlanırken yeni Dersimler’le tarihe hiç de hayırla anılmayacak kayıtlar düşürmeye devam ediyorlar.
Şaşırtıcı mı? Aslında hiç değil.
Zira, zevahiri kurtarmak için çözüm safına katılan bir parti ikircikli siyaseti zaten sürdüremezdi. Sürmedi de...
CHP’nin, ana dilde savunmaya Türklerle Kürtler eşit değildir metaforuyla karşı çıkmak şöyle dursun; iktidarı köşeye sıkıştırmak adına daha fazlası için baskı yapması gerekiyordu.
Çözüme destek vermek böyle olur. Pusuda beklemekle; MHP ile el ele vererek piyasa yapmakla olmaz. Olur dersen de o pusuda kendi kendini vurursun... Taşın altına elini koymayıp kredi açarsan krediye muhtaç olursun.
CHP’nin içine düştüğü durum şimdi budur.
Oysa, Kürtlerle ve demokrasiyle barışmak için krediye ihtiyacı olan bizatihi CHP’dir. Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP adına karar alma sorumluluğuna sahip olan herkesin bu gerçekle yüzleşmesi lazımdır.
Acaba “lazımdı” mı demeliydik!