Her ne kadar Cuımhuriyet Halk Partisi’nin adında Halk varsa da, halk hareketleriyle bağlantılar kurmak için çabalayıp dursa da herhangi bir halk hareketinin ürünü olmadı. Ne var ki, dün de bu gün olduğunca, seçkinleri, toplumda kendilerini ayrıcalıklı sayanları devşirmeyi pek bir güzel başadı!
CHP ilk kurulduğu tarihten, tek parti diktatörlüğünü sürdürdüğü yılların sonuna değin kendini Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) devamı olarak tanıtmak için çabaladı hep. Ama partiyle Cemiyet arasındaki tek bağlantı Mustafa Kemal’di; nun ölümünden sonra da CHP, “vatanı kurtaran, cumhuriyeti kuran parti” teranesini ağzından düşürmedi.
CHP’nin üstlendiği görev bu topraklarda bağımsız bir Türk Ulus-Devlet kurulmasına öncülük etmekti; o kadar. Cumhuriyet düzeni, ulus-devlet olmanın gerektirdiği yeni siyasi bağlılıklardan ve değişik köken ve kültürlerden gelen insanları tek kimlik altında barındırmak zorunluluğundan ortaya çıktı. Ancak ortada temel bir sorun vardı. AMRHC’de de bu sorun 1918-22 yılları arasında sıkça tartışılmıştı. Bu da, Muhafazakarlarla Modernciler arasında kimi zaman büyük kavgalara neden olan “Ulus” kavramından kaynaklanıyordu. Tarafların anlaştığı tek konu Türklerin etnik bir kimlik, tek dil ve kültür yapısı içinde yaşaması ilkesiydi. Önceleri bu iki farklı görüş Türk ulus-devletinin ekonomik anlamda güçlü, bilim ve teknolojinin bütün araç ve gereçleriyle donatılmış olmasından yanaydı. Ancak sonraki yıllarda, CHP’nin başını çektiği Modernciler, az gelişmişliğin din, gelenek ve tarihe bağlılıktan kaynaklandığını açıkca öne sürmeye başladı. Muhafazakarlarsa geçmişle bütün bağları koparmanın, kökleri olmayan bir toplum yaratacağı kaygısını taşıyorlardı. Yani, Cumhuriyet Halk Fırkası sür-git dile getirdiklerince Cumhuriyeti bir başına kurmamıştı. Moderncilerle Muhafazakarların el ele vermesi, uzlaşması sonucu kuruldu cumhuriyet düzeni. Özetle, CHP Batı türü bir Ulus Devlet çerçevesinde bir modernleşme çizgisine kurumsallaştırmak amacıyla kuruldu!
Muhafazakarlar toplumun temel kimliği ve tarihsel süreklilik duygusunun korunması koşuluyla cumhuriyetin sadık destekçisi olmayı sürdürdü. Derken, 1930’lu yıllarda CHP, kendine özgü bir sınıf oluşturdu. Parti üyeleri ve ayırımcı bürokratlardan oluşan bu “sınıf” kendine özgü bir seçmen kitlesi de oluşturdu. Bu seçmen kitlesinin uzantıları bu gün de varlığını koruyor: “Atatürk’ün Askerleriyiz” deyişiyle sokağa çıkan, benden sonra tufan düşüncesiyle iktidara sarılabilmek için ömür boyu savunduğu her türlü düşünce ve inançtan vaz geçebileceğini son seçimlerde kanıtlayan bir yarı aydın kitlesi bu seçmen. Kısacası daha önce de Cumhuriyet Toplantıları düzenleyenlerle tek parti diktasına omuz verenler arasında çok büyük bir fark yok. Fark 1930’lardaki seçmen klitlesinin bilinçli bir biçimde ideolojik inanç, kişisel çıkar ve Milli Şef’e bağlılıktan kaynaklanmasıdır. Günümüzde CHP’ye oy verenleri sandığa götüren başlıca dürtü anlamsız ve temelsiz bir korkudur. Kadınlar zorunlu olarak kapanacaklarından korkarken erkekler din devleti bağlamında, bu gün var olan ayrıcalıklı konumlarını yitirecekleri kaygısını taşımakta ki bu korkular hepten temelsiz ve anlamsızdır. Dahası bu gün CHP, Mustafa Kemal gibi tarihsel koşullardan çok iyi yararlanmayı bilen, kişisel çekiciliği (karizması) neredeyse eşsiz bir önderden yoksun. Üstelik cumhuriyetin kurulmasına uzanan yolda tarihsel koşullar çok elverişliydi; toplum ulus-devlet yapısına karşı çıkmadıysa da dinsel ve tarihsel bağlantılarının koparılmasına içerledi ve 1950’de bu bağlantıların yeniden kurulabileceğini ima eden Demokrat Parti’yi yürekten destekledi. Çaresizlik içinde CHP yıllarca bocaladı ve 1965’de merkezin solunda, devletçi bir siyasette karar kıldı. Ve partinin 1935’den bu yana temel inancını oluşturan Kemalist milliyetçilikten vaz geçmesi bürokrasideki destekçilerinden kopmasına neden oldu.
CHP çok zor bir dönemde Türkiye’ye rehberlik etmesi amacıyla kurulmuştu. Ancak bu zorluklar ortadan kalkınca partinin varoluş nedeni de sona erdi. Gene de siyasal yaşamını sürdürdü, kendince modern siyasetin bir çerçeveye oturtulması için çabaladı. kamuoyunun desteğini almaya çalışırken gerçek bir toplumsal ve siyasal kimlik kazanamadı. Çeşitli sularda dolandı durdu, başı derde girdikçe, oy alamadıkça hep Mustafa Kemal’in arkasına saklandı. Bu günse hepten dağınık, hepten şaşkın, İktidar olmak için her yol ve yönteme baş vurmaya da hazır. (Meraklısına Not: Kemal Karpat/ Siyasal Düzenin Evrimi’ni okumanızı öneririm.)