Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana yaşanan durumu, Kılıçdaroğlu’nun gayet doğal biçimde temsil ettiği o sarsak ve rezil muhalefet anlayışını görmeli ve bu muhalefete nasıl mukabele etmek gerektiğine karar vermeli AK Parti.
Kılıçdaroğlu CHP’sinin ve hasbelkader liderlik ettiği karşı cephenin ürettiği bir siyaset yok malum olduğu üzere. İdare ettiği belediyelerde icraat yok. Milli güvenlik meseleleri dahil Türkiye’nin yanında bir duruşu, toplumun ortak yararını gözeten bir muhalefet anlayışı yok.
Varsa yoksa toplumu bölüp ayrıştıran, kendinden olmayı etiketleyip hakir gören bir dille yaptığı konuşmaları var CHP Genel Başkanının. O konuşmalarda da zaten kimi zaman devlete, kimi zaman AK Parti’ye ve AK Parti’yi var eden toplumsal-siyasal tabana, kimi zaman ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsına, ailesine ya da ona oy verenlere ettiği hakaretler, iddialar, iftiralar var.
Kılıçdaroğlu ve diğer CHP sözcülerinin konuşmalarına bakıldığında bu iddiaların/iftiraların bir “strateji gereği” sarf edildiği açıkça görülüyor.
Yoksa CHP’lilerin tuzakladığı iftiraların şaşmaz biçimde Türkiye’nin mücadele ettiği devletlerin, istihbarat ve terör örgütlerinin tezleriyle paralel olması başka nasıl açıklanabilir?
Şöyle geriye doğru basit bir yoklama yaptığınızda bile başta Genel Başkan olmak üzere CHP kaynaklı yalanlara dair bir sağlama yapabilirsiniz.
“Ordu satıldı” iftirasından “şehit çocukları askere alınıyor” yalanına, “ByLock kullanan 4 bakan, 60 milletvekili var” iftirasından “Külliye’de altın klozet” mide bulantısına, “YPG bize mi saldıracak” garantörlüğünden “HDP ile ortak anayasa” hazırlayıp sonra inkar etmeye varana kadar uzun bir liste var arşivlerde.
Kılıçdaroğlu ve CHP’nin “seçilmiş” sözcülerinin yanına TV’lere “Ak Parti karşıtı” kontenjanından davet edilen CHP yandaşlarını ekleyin. Üstüne de eski statülerini kaybedince konum değiştiren “profesyonel kullanışlıları” koyun.
Gün geçmiyor ki bu kalabalık kadro, ispat gereği dahi duymadıkları zorlama bir iddiayla; ancak bir yargılamanın konusu olabilecek bir iftirayla; hayatın doğal seyrine aykırı bir yorumla yahut herkesin şahit olduğu açık gerçeğin tahrifatıyla çıkageliyorlar.
Çıkıyor bir CHP milletvekili mesela, Türk Silahlı Kuvvetleri için “satılık” diyor. Haklı olarak tepkilerin ardı arkası kesilmiyor. CHP ve o kişi parti tabanında bile kınanıyor ama parti yönetimi direniyor.
Haliyle konu yazılıp çiziliyor konuşuluyor.
Ama neticede bu provokatif iddia Türkiye’nin bir haftasına mal oldu. Hadsizlik mi, haksızlık mı, şuursuzluk mu konuştuk durduk.
Böyle olmamalı oysa. O çamurlu çukura çekilmek ya da laf anlatmaya çalışmak yerine onların üzerine basılmalı. Planlanan algıyı pekiştirmek yerine olgu olduğu gibi suratlarına çarpılmalı.
İftiralara cevabı o müptezellere değil doğrudan kamuoyuna vermek lazım. Ordu satıldı mı diyor bir CHP’li. Türk Silahlı Kuvvetlerinin savunma sanayiindeki millileşme oranı sayesinde Türkiye’nin bağımsızlaştığını, askeri ve istihbari alanda büyük değişim gösterildiğini, askerimizin Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Azerbaycan’da, Mavi Vatan’da zaferler kazandığını konuşmalıyız.
Çin’e giden trenin peşinden kendi kendini kısa birer fıkraya dönüştürenlerle dalga geçmek iyi güzel ama bunu vesile edip Kuşak Yol Projesi kapsamında Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasında artan rolünü konuşmak daha doğru olmaz mı?
Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ciddiye alınmayı hak etmiyor artık. Onlara laf anlatmaya çalışmak nafile bir çaba değil sadece. Tuzak gündemlerin “rakibi oyalama ve yorma taktiği” olduğunu da görmek gerek.
Bırakın debelensinler çukurlarında. Parti sözcüsünün, birkaç yetkilinin dışında cevap vermemek çok daha ekonomik ve daha sağlıklı olacaktır.
Türkiye’nin derdiyle dertlenen, yükünü umutla ve gayretle sırtlanan insanlarının vakti de nefesi de değerlidir. Ziyan olmasın.