Kuruluşundan itibaren 27 yıl, “Ben yaptım oldu” tarzına alışan CHP, “milletin gönlünü fethetmek” gibi bir alışkanlığı olmadığı için “kestirme yollar” deniyor.
Partinin başına kasetle düşen Kılıçdaroğlu ile birlikte bu siyasi kısırlık daha da artmış, muhafazakâr adaylarla ipi göğüsleme çabası değişmez yöntem olmuştur.
Kılıçdaroğlu, adını ilk defa duyduğu için telaffuz edemediği Ekmeleddin İhsanoğlu’nu “en iyi cumhurbaşkanı adayı” ilan etmişti!
Halkın seçmediği Vedat Aydın’ı saymazsak 40 yıldır alamadıkları Ankara’yı da yine “Ülkücü aday” aldatmacasıyla alabildiler ki, belediye meclisi ve ilçelerdeki tabloya bakıldığında İstanbul ve Ankara’daki sonucun, tabandan gelen sağlıklı bir dalga değil, tepede üretilen enfeksiyonlu bir sonuç olduğu görülür.
İstanbul’a “imam” aday
Kılıçdaroğlu, partisindeki tepkilere rağmen “Neden Ekrem İmamoğlu” sorusunu, “Beylikdüzü’nde yaptığı Yeşil Vadi’yi gördüm, ‘İşte belediye başkanı budur’ dedim” diye cevaplasa da, tamamen AK Parti’nin eseri olan Yaşam Vadisi için değil ama oradaki görüşmede; Ekrem İmamoğlu’nu daha “yakından” tanıdığı için “İşte aradığım aday” demiş olabilir.
Nitekim Beylikdüzü’nü CHP’ye kazandıran bu altyapı üzerine bina edilen “proje” 31 Mart’ta da işe yaradı.
Ancak makyaj ve maskeyi; rüzgârın “sert” estiği yükseklerde korumak, “düz”lerdeki kadar kolay olmuyor.
İptal kararı, her şeyi sadece seçime kadar ve sadece seçimi kazanmak üzere dizayn eden ekibinin ezberini, İmamoğlu’nun da kimyasını bozdu ve “fırça” yedirten açıklar verdi.
Hasar tespit raporları, CHP adayına 31 Mart öncesi “giydirilen” imajın ciddi hasar aldığını gösteriyor.
Bu yüzden Pazar akşamı, biri‘organik’; diğeri “özel dizayn” iki “muhafazakâr”ın karşılaşması, önemli mukayese imkanı verecek.
Bunun adı “Günaltay formülü”
CHP için “aslını inkar etmek” anlamına gelse de “dindar vitrin” kolaycılığı sadece Kılıçdaroğlu’nun, “her yol mubah” dönemine mahsus bir uygulama değil.
1946’da iktidarı Demokrat Parti’den dipçik zoruyla kurtaran İnönü, artık daha “farklı” tedbirler alması gerektiğini anladı ve DP’nin, “dinî söylemler”le netice aldığını keşfederek, müthiş bir buluşa (!) imza attı. CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İnönü, başvekil Hasan Saka’yı istifa ettirerek, 18. T.C. Hükümetini, İlahiyat Fakültesi kurucusu ve ilk müdürü; “medrese tahsilli” Şemseddin Günaltay’a kurdurdu. (16 Ocak 1949)
Şemseddin Günaltay, CHP’yi bekleyen hezimeti değiştiremedi ama bir yıllık başvekillik dönemine, dindarlara; “tek parti dönemi”ni bile aratan zulümleri sığdırmayı başardı!
Üç kişinin bir araya gelip dinden bahsetmesi, “Toplantılar Kanunu’na muhalefet”ten formalite bir mahkeme ile hapse atılmalarına sebep oluyordu. CHP’nin “dindar başvekil”i, bu zulmün kapsamını daha da genişleterek “üç kişi”yi, “iki kişi”ye düşürdü.
Bitmedi; TCK’daki 163. Maddeyi, “Müslümanları biçen bir giyotin” haline getiren de bu “CHP dindarı”dır.
Böyle “dindar” düşman başına…
Merhum Turgut Özal’a, bizi bu beladan kurtarması bile sadaka-i cariye olarak yeter.
CHP “doğuştan özürlü”
Dindarlık elbette kimsenin arka bahçesi değildir ama kimsenin oyuncağı da değildir.
Muhafazakâr seçmeni, “ağzındaki peynirin kapılması gereken bir karga” olarak gören CHP, bu tür “konu mankenleri” ve “her gün cumaya giden mevsimlik Müslümanlar”la hasadı topladıktan sonra derhal doğal haline dönüyor. Zira CHP, dine ve dindarlığa “doğuştan” karşıdır. Daha doğrusu bu mefhumlarla mücadele için kurulmuştur.
Dikkat edin, “cemaat” görünümünde iken “mesafeli” durdukları FETÖ’nün gerçek yüzü ortaya çıkınca, darbeci bir terör örgütü olduğunu hiç umursamadan sarmaş dolaş oldular.
CHP’nin genleri böyledir, “muhafazakâr” adaylar samimi olsa dahi bunun “icraî” bir değeri yoktur.
Menfaati için “dindar” takılırken birden; CHP’nin derinliklerine savrulan “kinim dinimdir”cilerin uyumu doğaldır; sizi yanıltmasın.
***
Bu durumda asıl sorumluluk muhafazakâr seçmene düşmektedir.
Görüldüğü gibi CHP’ye oy vermek, asla “partilerden birini tercih etmek” değildir.