Cumhurbaşkanlığı seçimi yolunda AK Parti ile CHP arasındaki tarz ve yöntem farkı siyasetteki onulmaz problemin derinliğini gösteriyor. Aradaki fark aslında siyaset ile siyasetsizlik arasındaki farktır. Onulmaz yara da siyaset yapma kaabiliyetinin bir türlü siyasal sistemin tamamına hakim olamamasıdır.
30 Mart seçimleri de tam olarak böyle yaşandı. CHP, tek projeden bahsetmeksizin, Gülen Grubu’nun ürettiği materyallerle kampanyayı geçirdi. Büyük bir umutla zaferi bekledi ama malum, seçim gecesi Kılıçdaroğlu’nun yapmayı umduğu balkon konuşması için hazırlanan platform saat daha 24 olmadan sökülüyordu.
Siyaset yaparak yenilmenin hiç olmazsa bir standardı vardır. Kaybetseniz bile en azından bir sonraki adımda ne yapacağınızı bilirsiniz. Böyle bir yol izlemediği için CHP, 30 Mart’tan sonra ne yapacağına karar veremiyor. Seçim sonuçlarına saygı gösterememekten Çankaya yokuşuna çıkmayı göze alamamaya kadar her adımda aynı kararsızlık var. Kararsızlık yani siyasetsizlik... Bu yüzden Bahçeli’nin eskizlerine Picasso’nun kara kalem
çalışmaları muamelesi yapıyorlar. Belli ki büyük ve benzersiz bir sanat eseriyle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar. Öyle olmasa, son haftaya kadar Erdoğan ve Gül’ün dedikodusunu yapmaktan öte bu bahse giremeyen Kılıçdaroğlu birdenbire çatı formülüne koşmazdı.
30 Mart planı tutmayınca
Siyasetsizlik çaresizliktir... Kimbilir, belki de 30 Mart akşamına kadar zaferle kazanılan bir seçimden sonra, CHP lideri Köşk’ün zaten altın tepside kendisine sunulacağını zannediyordu. 30 Mart çökünce beraberinde herşey çöküverdi.
Şimdiden sonra olacak olan şudur... Birkaç gün umutsuz arayışlar yaşanacak. CHP medyası her zamanki fanatik ve umutsuz çabasıyla lüzumlu lüzumsuz ne kadar aday varsa dayatacak ve Kılıçdaroğlu bu önerileri değerlendirmekten kaçamayacak. Muhtemelen Bahçeli de kesinlikle şaşırtıcı ve CHP’nin asla kabule yanaşmayacağı bir öneri ileri sürecek.
Kısa sürede çatı yapılmadan yıkılacak ve bu nafile mesai de Erdoğan’ın Çankaya planlarına katkı sağlamaktan başka bir sonuç doğurmayacak. İktidarda da Çankaya’da da alternatifsiz bir AK Parti profili iyice pekişecek. Ortak aday bulunamayınca bol bol “Erdoğan olmaz...” sloganı atılacak ve söylenecek söz kalmadığında da tapelerden kalan ne varsa birkaç fasıl da onlar çalınacak.
En sonu ise hiç değişmez... Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı da Meclis’in seçtiği gibi çocukça bir saygısızlıkla alkışlanmayacak ve resepsiyonlara falan gidilmeyecek.
Halka inanmak adaydan önemlidir
CHP, doğumundan 11 Haziran 2011 seçimlerine kadar vesayetle yaşamanın sunduğu benzersiz konfor nedeniyle siyasete ihtiyaç duyamadı. Bugün ise, en çok ihtiyaç duyduğu bu şeyi hala başka vesayetlerin izinde arıyor. Vesayetten siyasete geçmesi çok zaman alacak...
Bir CHP’linin Çankaya’ya çıkabilmesi için önce CHP genel başkanının, yönetiminin, medyasının ve aydınlarının o mekanizmaya inanması lazım. Önce seçmenin akıllı bir varlık olduğuna ve yanılmadığına... Sonra da seçmenin vermediği bir imtiyazın paralel bir alternatifi olmadığına...
Bu ikisi olmadığı müddetçe CHP’yi ezberden okumak hep kolay olacak.
Elbette CHP’nin bu kadar kolay öngörülebilir olması siyasal sistem ve demokrasi için hiç hayırhah bir durum değildir. Değildir ama söyler misiniz aksini söyleyebilmek mümkün müdür?
CHP basın bürolarına naif bir sual... Bir kez olsun doğru tahminde bulunmak istemez misiniz?
Bugünün gerçeklerini anlamak ve geleceği tahmin etmek için Yeni Türkiye medyasını izlemek şarttır. CHP basın bürolarından farksız gazete ve o gazetelerin köşelerini işgal eden kalemlerin ise bu bahiste durumları içler acısıdır. Şimdiye kadar hiçbir seçimi tahmin edemediler, hiçbir değişim sürecini kavrayamadılar, hiçbir kritik vak’ada doğru pozisyon alamadılar. Hasılı gazetecilik mesleğinin gerektirdiği hiçbir bahiste muvaffak olamadılar.
Şimdi de karavana mevsimi Cumhurbaşkanlığı meselesinde açılmış bulunuyor. Aynı umutsuz cümleler köşeleri kuşatmış bulunuyor. Tayyip Erdoğan olmasın da kim olursa olsun şablonu yine tertip edilmiş bulunuyor.
Bırakın seçilmeyi, adaylığı imkansız isimler art arda yazılıyor. Bir sürü ilgisiz kişi rüyasında bile göremeyeceği Çankaya için heveslendiriliyor.
Sorum şudur...
Bir kez olsun bir tahminde isabet kaydetmek ihtimali sizi heyecanlandırmıyor mu? Bir kez olsun okurlarınıza boş hayal satmak yerine gerçeği anlatmak; yani bir kez olsun gazetecilik yapmak çok mu zor?
Patronlarınızı kandırmanın maliyeti yok anlaşıldı ama kendinizi mesleğinize karşı bir kez olsun dürüst olmaya zorlamayı hiç mi düşünmezsiniz?
Yoksa aradaki fark zaten kapanmaz hiç olmazsa fanatizmin tadını çıkaralım mı diyorsunuz? Ne diyorsunuz?