Muhtar bile olamaz.” Okuduğu bir şiirden dolayı Recep Tayyip Erdoğan’a verilen hapis cezası ve siyaset yasağından sonra Hürriyet gazetesi bu manşeti atmıştı; müjdeli bir haber verircesine. Erdoğan’ın siyasi kariyeri boyunca çok anımsadık bu manşeti; “muhtar bile olamaz demişlerdi” dedik çok kere...
Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı olarak başladığı millete hizmet ve siyaset merdivenlerinin en tepesinde bugün. Üstelik halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmek suretiyle bir ilki başarmış olarak.
Daha ilk turda karşısında hizalanmış 14 partinin ittifakına rağmen tek başına yüzde 52 oy alarak Cumhurbaşkanı oldu Erdoğan.
Bu yolculuk onun şahsi yolculuğu olsaydı, herhalde bu kadar dikkat çekmezdi. Bir milli atletin başarısı bile millete zimmetlenebiliyorken Erdoğan’ın yürüyüşünü, bu yürüyüşe nasıl bir kalabalığın eşlik ettiğini iyi analiz etmemiz gerekiyor.
Onun yürüyüşü milletin yürüyüşü olduğu için değerli, onun yolu millete yol açtığı için çok önemli, onun zaferi vesayet kurumlarından en sembolik olan Köşkü bir daha geri döndürülemez şekilde vesayete kapattığı için biricik.
***
Geçtiğimiz Perşembe günü izlediğimiz devir teslim töreni ne kadar ‘yeni Türkiye’den bir sahne idiyse hemen öncesinde Meclis’te yaşanan kitapçık fırlatma hadisesi de o kadar ‘eski Türkiye’ye ait bir sahneydi. Türkiye’nin sözde ana muhalefet partisi olan CHP kendi içine düştüğü krizi gölgelemek için kriz çıkarmaya kalktı. Sonuçta en hafif eleştireni bile “CHP kendine yakışanı yaptı” dedi.
CHP Türkiye’nin ne kadar değiştiğinden bihaber. O kadar ki bu türden anti demokratik acullukların, file konan sinek misali keyif kaçırmak dışında bir hükmü olmadığının bile farkında değil. Yeni Türkiye’nin o kadar uzağında yani.
AK Parti bir hafta içinde Genel Başkanını, Başbakanı, Hükümeti değiştirdi. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül üzerinden yürütülmeye çalışılan nifak mühendisliğine direndi. Olaysız, krizsiz bir şekilde bu süreci atlattı. AK Parti’de bir kriz çıkmayınca bu sefer dur ben kriz çıkartayım dedi CHP. Fakat bu vesileyle kendi krizini, içine düştüğü derin depresyonu pazara çıkarmış oldu.
Meclis Başkanlığına fırlattığı kitapçığın millete, sandıktan çıkan iradeye fırlatılmış olduğunu algılayamadı. Belki de bu bile fazla iyimser bir yorum; sandık deyince “bırakın bu sandık fetişizmini” diyen bir zihniyetin demokrasiyi içselleştirmesini, milletin iradesine saygı duymasını beklemek boşuna...
CHP’nin içine düştüğü derin kuyudan nasıl çıkacağını neden önemsiyoruz? Bırakalım o kör kuyuda merdivensiz kalsın, daha mı iyi?
Hayır, bunu deme şansımız yok. Çünkü muhalefet demokrasinin olmazsa olmazı. Yani demokrasilerdeki “check and balance” sisteminin iyi işlemesi sadece güçler ayrılığıyla değil aynı zamanda muhalefet kurumunun da güçlü ve etkin olmasıyla mümkün. CHP sahip olduğu ana muhalefet partisi unvanını ne yazık ki hakkıyla taşıyamıyor, giderek marjinalleşiyor, temsil ettiği toplum kesimini de öfkeli ve marjinal bir duruma mahkum ediyor.
***
Peki, içinde debelendiği bu kör kuyudan nasıl çıkabilir?
Ya sosyal demokrasiye yönelip gövdesindeki ulusalcı Kemalist unsurlardan kurtulacak ve sayısal olarak irtifa kaybetmesine aldırmayıp kendini yeniden yapılandıracak ya da ayağına bağlanmış ulusalcılık tuğlasıyla aşağı doğru çekilecek. Kendi vehimleri yüzünden başkalarının en temel haklarının ihlalini makul ve makbul gören ve tektipleştirme üzerine kurulan bu faşist doktrinle birlikte giderek eriyecek.
Fakat tabiat boşluk kaldırmaz; CHP’nin boşalttığı ana muhalefet koltuğuna mutlaka başka bir siyaset oturacak.
Öyle gözüküyor ki bu siyaset belki sayısal anlamda değil ama nitelik olarak HDP olacak.
İslamcı muhafazakar sosyoloji ve Kürt siyasallaşması ‘Yeni Türkiye’nin başat aktörleri oldu. Demokrasinin kurumsallaşması ve ayrıcalıklarını kaybettikleri için marjinalleşen ve agresifleşen kesimleri rehabilite etmek de yine bu iki aktöre düşecek.