Tam şu günlerde, bilmiyorum farkında mıyız ama, AB ve ABD, 2008-2009’dan daha derin bir krizin -daha doğrusu çıkmaz sokağın- tam başındalar. 2008 krizi başladığı zaman hiç olmazsa, bunu bir finansal balon sonucu ortaya çıkan yol kazası olarak görüyor ve ABD’de Obama’nın ‘yeni’ politikalarına, AB’de ise Almanya’nın güçlü görünen ekonomisine güveniyorlardı. Ama güvenilen bu iki ‘dağa’ da kar yağdı işte ve krizin de öyle basit bir yol kazası olmadığı anlaşıldı. O zaman karşımızda, 1929 krizinden çok daha derin ve tabii uzun sürecek bir sistemik kriz var. Bu durum, Türkiye için tarihi bir fırsat olabilir ama bakın nasıl; bu yazıda bunun ipuçlarını verelim isterseniz, yerimiz el verdiğince...
AB’nin 2000 yılından beri Euro ile devam ettiği parasal birliği tamamlayacak bütünlüklü bir para politikası olmadığı gibi, ortak maliye politikasından da AB çok uzaktır. Şu unutulmamalıdır; Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) yürüttüğü varlık alım programı ve buna bağlı genişlemeci para politikaları olsa bile bunu tamamlayacak ortak maliye politikası olmazsa AB gerçek anlamda bir ‘birlik’ olamaz üstelik de, şimdi içinde bulunduğu kriz dinamikerini, dünya ekonomik krizinden ayrı olarak da, yaratır. Buradan AB’nin krizinin nedenlerine de ulaşıyoruz. Bunlar kısaca: 1) Gerçek anlamda bir birlik olamama 2) Pazar, enerji kaynağı ve beşeri sermayeye ulaşacak genişlemeyi yapmama. Tabii ki bu iki temel neden, Almanya gibi ulus-devletlerin statükocu politikalarının sonucu. ECB, bu hafta başı varlık alım programına Fransa’dan başladı ama dün hemen Alman Merkez Bankası’ndan (Bundesbank) bu başlangıca itiraz geldi.
Ama Almanya’nın bu, bıkkınlık veren itirazları artık boşuna... Hem Almanya dışında, AB tarafı hem de İngiltere ile birlikte ABD tarafı, bu krizden ancak 20. yüzyıldan kalma egemenlik anlayışından taviz verirlerse çıkabileceklerini nihayet anlamaya başladılar. Bunun için AB’nin, Türkiye şartlarında ve çıkarları doğrultusunda kendi doğusuna doğru genişlemesini destekleyecekler. Türkiye’nin Güney Gaz Koridoru gibi, çok stratejik enerji projelerini de desteklemek zorundalar.
Enerji, piyasa ve özelleştirme
Türkiye, 2014 başında Enerji Piyasaları İşletim A.Ş’yi (EPİAŞ) kurarak bir enerji borsası oluşturmayı önüne koymuştu. Enerji Piyasaları İşletim A.Ş.’nin ana sözleşme taslağı ve yol haritası 2014 başında belli oldu.
Bölgede özellikle yeni doğalgaz hatlarının belirginleşmeye başlamasına paralel olarak, Türkiye Enerji Borsası bölgesel bir özellik kazanacak.
Türkiye Enerji Borsası’nın böylece, Güney ve Doğu Avrupa, Hazar Bölgesi/Avrasya ve Ortadoğu’nun çok önemli bir kısmını kapsayacağını söyleyebiliriz. Irak’taki, özellikle Kuzey Irak’taki doğalgaz rezervlerinin değerlendirilmeye başlanması, Enerji Borsası’na çok önemli bir ivme kazandıracaktır. Bugün Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nde yaklaşık 45 milyar varillik petrol rezervi olduğu hesaplanıyor. Kuzey Irak’ta tahmin edilen doğalgaz miktarı ise 3.2 trilyon metreküp, yani Türkiye’nin gaz ihtiyacını 300 yıl karşılayabilecek büyüklükte.
Öte yandan bu enerji hatlarının Bakü-Hazar enerji hatlarıyla birleşip, TANAP ve TAP projeleriyle, Avrupa içlerine kadar gideceğini düşünürsek bu büyüklükte bir enerji çıkışının piyasası ve bunun fiyatlandırılması çok önemli olacaktır. Fiyat istikrarı-ekonomik istikrar için önemli bir düzenleyicidir. Ayrıca, Türkiye Enerji Borsası piyasa şeffaflığını sağlayacak ve yatırım ortamını iyileştirecektir.
Şimdi böyle bir piyasanın ortaya çıktığı süreçte, siz enerji ile ilgili bir toplu iğneyi bile bu süreç bitmeden özelleştiremezsiniz. Eğer özelleştirirseniz yanlış fiyattan ve kamunun zararına özelleştirirsiniz. İkincisi, bu süreç bitse ve doğru fiyatlama yapacak olsanız bile, bu kadar önem kazanmış ve stratejik varlıkları ancak yönetimi kamuda olmak üzere, doğrudan halka arzla özelleştirmeniz lazımdır.
Bu dönemde blok özelleştirme intihardır
Aynı şekilde, verimli tarım işletmeleri ve otoyol, köprüler için de aynı şey geçerlidir.
Hükümet, bugün Halk Sigorta, Halk Emeklilik gibi çok kârlı kamu finans kurumlarını blok olarak özelleştirmemelidir. Bunların gelirlerinin Halk Bankası’na aktarılıp aktarılmaması da önemli değildir. Burada kamu çıkarı zarar görür.
Burada yapılması gereken, doğrudan halka arz yöntemi ile özellikle kârlı, stratejik kamu varlıklarının yönetiminin kamuda kalmasını sağlamak ve bu yolla hem gelir elde etmek hem de bu gelirin kamu tarafında sürekliliğini sağlamaktır.
Özellikle, enerji, şeker gibi endüstriyel tarım işletmeleri bu dönemde blok özelleştirilmemelidir. Kamu bankalarına hiç dokunulmamalı hatta bu bankalar katılım bankacılığına güçlü bir şekilde hemen girmelidir. Burada yine geç kalıyoruz.
Charles Rist kimdir, raporu ne anlatır?
Türkiye, Avrupa’nın ve Batı’nın 1929 krizinden daha derin bir krize girdiği bu dönemde, 1930-50 yılları arasındaki hatalarını yapmamalıdır. Türkiye, o dönemde, sanıldığı gibi, milli ve kendi çıkarları doğrultusunda bir iktisat politikası izlememiş; tam aksine, kriz dolayısıyla devletçi (devletçilik kamu çıkarı demek değildir) ve tekelci, rantçı bir ekonomiyi öne çıkaran Avrupa’yı taklit etmiştir.Ama bu taklitçilik, özünde bize dayatılan bir sömürgeleştirme politikası idi.
O dönemde, tıpkı şimdinin derecelendirme kuruluşları gibi ortalıkta dolaşan Batı’nın sömürge ideolojisi yayan iktisatçılar vardı. Bunlardan birisi Fransız Charles Rist’ti. Bakın çok ilginç, 1929 yılında Times gazetesi Türkiye morotoryum ilan edecek diye yalan bir haber yaptı ve İngiltere başta olmak üzere, Batı Türkiye’nin üzerine çullandı. İnönü Hükümeti ellerini havaya kaldırdı. Charles Rist hemen Türkiye’ye geldi (Kemal Derviş misali).
Rist, Türkiye’nin dış borçlarını kriz koşullarında nasıl ödeyebileceğine dair bir rapor hazırlayacak ve bu rapor ülkenin kredi bulma yolunu da açacaktı (Raporda yazılanlar yapılırsa tabii). Rist, raporunda Türkiye’nin acil yabancı krediye ihtiyacı vardır sonucuna vardı. Ve bütçe dengesi, ödemeler dengesi ve kambiyo istikrarı konusunda ‘bildik’ önerileri yaptı. Yani bizim liberallerin şimdiki ezberleri 1930’nun ‘devletçi’ dünyasının ürünüdür {(hay şaşkınlar!!:)}
Örneğin demiryolu yatırımlarını durdurun gibi önerilerle doluydu rapor. Gümrük vergileri de ithalatın azaltılması için çare değildir dedi, Rist.
Rist, sanayileşmeden tek satırla olsa bile behsetmedi. İşte böyle; biz aslında hep Mösyö Rist’i takip ettik. Ama artık yeter! Bu krizde de 1929’daki gibi yapmayacağız.