Cezayir'in başkenti Cezayir'de iki gün geçirdim. Bu ikinci gidişimdi. İlkinde Keçiova Camii'nin açılışını yapan Cumhurbaşkanımızın ziyaretini takip için gitmiştim. Osmanlı döneminde 1612'de yapılan camii Fransız sömürgesinde katedral olarak kullanılmış, bağımsızlıktan sonraki ilk Cuma namazı bu camide kılınmış. TİKA'nın restorasyonundan sonra camii yeniden hizmete açıldı. Gidenlerin mutlaka görmesi gereken Osmanlı yapılarından biri.
Bu sefer, Türkiye'nin onur konuğu olduğu 55. Uluslararası Cezayir Fuarı vesilesiyle gittim. Fuarın yan ısıra başkentteki Türk kurumlarını ziyaret ederek, sokaklarında dolaşarak, müzelerini gezerek en önemlisi de insanlarıyla konuşarak Cezayir'i biraz daha yakından tanıma fırsatım oldu.
Fuardan başlayayım; fuara Cezayir çok büyük önem veriyor. Her yıl açılışını bizzat Cumhurbaşkanı yapıyor. Türkiye'nin onur konuğu, çünkü savunma sanayi başta olmak üzere, inşaat, tekstil ve artık tarım alanlarında Cezayir'le çok güçlü ticari bağlara sahip. Cezayir'in petrol ve doğalgaz dışındaki ihracatının yarıya yakını Türk kökenli firmalar tarafından yapılıyor.
Cezayir Cumhurbaşkanı Tebboune, fuar açılışını Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz, Ticaret Bakanımız Ömer Bolat ve Aile ve Sosyal Hizmet Bakanımız Mahinur Özdemir Göktaş ile birlikte yaptı. Fuardaki Türkiye menşeli firmaların stantları gerçekten gurur vericiydi. Bu vesileyle savunma sanayinde ürün çeşitliliğinin ne kadar arttığını görmüş olduk.
Türkiye'nin yurtdışı temsilinde büyükelçilikler ve konsolosluklarımız kadar TİKA; Yunus Emre ve Maarif Vakfı da artık çok önemli misyonlar. Bu kurumlara ayrılan bütçeler her yıl hiç de iyi niyetli olmayan şekilde gündem edilmeye çalışılsa da sahada çok büyük iş görüyorlar. En önemlisi de bu kurumların birlikte ve uyum içinde çalıştığı yerlerde yapılan işin bereketi, semeresi katlanıyor. Cezayir Büyükelçimiz M. Mücahit Küçükyılmaz'ın TİKA, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı temsilcileriyle bir orkestra şefi gibi çalıştığını görmüş olmaktan bir Türk vatandaşı olarak gururlandım.
Cezayir'deki Osmanlı dönemi, yaklaşık 300 yıl sürmüş. Bu dönemden kalma tarihi eserler oldukça fazla. TİKA elinden geldiğince bu varlıkları korumaya, ihya etmeye çalışıyor lakin hangi birine yetişsin. Buralarda iş yapan çok büyük Türk firmaları var. Bu firmaların restorasyon çalışmalarına ödenek ayırmaları sağlanabilirse Osmanlı bakiyesi ihya edilir.
Fransız sömürgesinde kalmış ülkelerde Arapça resmi dil olsa da Fransızca çok yaygın. Ancak bir tepki de var. Türkçeye ise sempati var. Türk dizilerinin açtığı yoldan gençler kendi patikalarını bulmuşlar. Çarşıda, pazarda kiminle konuşsanız size Türkçe karşılık vermeye çalışıyor. Bu bir sempati göstergesi ama gençlerin ilgilisi sempatinin çok fevkinde. Neredeyse ana dili gibi Türkçe konuşan gençlerle karşılaşabiliyorsunuz. Neden öğrendin, nasıl öğrendin sorularının cevabı ise neden Yunus Emre ve Maarif Vakfı gibi kurumlarda bu ülkelerde olmalıyız sorusunun cevabı. "Türk dizileri izliyoruz, Türkiye'yi seviyoruz, Türkiye'de üniversite okumak istiyoruz" diyorlar.
Fransa'nın Cezayir'de 1830'dan 1962'ye kadar devam eden kanlı sömürgecilik tarihi İsrail'in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal ve sömürge düzeni hakkında çok şey söylüyor. Sömürge tarihi, direniş ve Fransızların yaptığı katliamın belgeleri Cezayir Ulusal Mücahit Müzesi'nde sergileniyor. 1954'te başlayan Fransız katliamından 5-10 yıl önce Avrupa'da yaşanan Yahudi soykırımı tüm dünyaya ezberletildi. Hitlerin günahı doğmamış Almanların bile boynuna utanç yuları olarak takılırken, Fransa'nın Cezayir'den bir özür dilemesi dahi beklenmedi.
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar Müslüman topraklarından katliamlarla ve vekiller bırakarak çekilirken İsrail, sömürgeciliğin yeni sürümü olan Siyonizm ile Filistin topraklarını işgale başladı.
Ancak zulümle abad olunmuyor. Tıpkı diğer sömürgeciler gibi ABD ve İsrail de yenilecek.
Çünkü ruhları esir alamayan hiçbir işgal başarıya ulaşamaz.
Çünkü direniş varsa zafer kaçınılmazdır.
Ruhları konfora alıştırarak köleleştiren işgaldir asıl korkunç olan.