II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın Üsküdar’daki eseri Yeni Cami için çeyizini sattığı anlatılır. Kapılarında cennetle müjdelenenlere selam ayetlerinin nakşedildiği bu yapıyı mutlaka gezin.
Dünyanın en uzun süre başkentlik yapmış şehri olan İstanbul’un en sessiz ama en haşmetli eserlerinden birindeyiz. Şehrin simgelerinden ve en güzel anıtsal eserlerinden bir olan Yeni Cami’deyiz. Bakmayın adının yeni olduğuna tam üç asırdır tüm görkemiyle sade mimarinin yansıması olarak bizlerle.
Yeni Cami yani Valide-i Cedid olarak tanınır yapı. ‘Yeni’ ifadesi kafaları karıştırsa da tarihi anlamak için vesile olur bana. 18. yüzyılda Rabia Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın yaptırdığı bu külliye nedeniyle Nurbanu’nun eseri ‘eski’ anlamına gelen atik adını alarak Valide-i Atik olur. Karşı kıyıda Eminönü Suriçi’nde bulunan ve Yeni Cami adıyla hatırlarda kalan yapı ise Osmanlı tarihinde yapımı en uzun süren eserlerden biridir. Boğaz’ın iki yanını süsleyen Yeni Cami’lerden biri IV. Mehmed’in annesi, diğeri ise eşi ile anılır. IV. Mehmed’in başhasekisi ve II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın Üsküdar kıyısındaki eseri, zarafetin temsilcilerinden.
Validelik rekoru
Rabia Gülnuş Emetullah Valide Sultan, II. Mustafa’nın tahta çıkmasıyla Valide Sultan olur. ‘Takva Sultan’ olarak tanınır. Az sayıda kadına nasip olan bir zaman diliminde, 20 yıl süreyle valide sultandır. Adını verdiği eserinin mimarı, Lale Devri’nin başmimarlarından kabul edilen Kayserili Mehmed Ağa olur. Kitabesine göre 1708-1711 yılları arasında inşa edilen eseri Üsküdar’ın süslerinden olup, hanım zarifliğine sahip duruşu, kadın ruhunun inceliğine sahip detaylarıyla büyüler.
Kafes gibi türbe
Kimilerine göre yapının geneli, kimilerine göre ise Rabia Gülnuş Emetullah Valide Sultan’ın türbesi çok özeldir. Görenleri hayran bırakan güzellikte Ayetel Kürsü yazılı olan türbe, kuş kafesini andırır. Cami duvarlarındaki dört kuş evi ise bambaşka öneme sahiptir. Sağ tarafta konsolların üzerine dışa taşan şekilde yapılan kuş evi üç kubbesi ve iki minaresiyle taş işçiliğinin de en güzel parçalarından biridir. Diğerleri ise şadırvan avlusunun kapıya bakan duvarındadır.
Devrinin en güzel eserlerinden olan barok şadırvanda da unutulmaz kuşlar. Şadırvanın dört yüzüne kuşlar rahatça su içsin diye mermer yalaklar konur. Şadırvan, kubbesi, alemi, vazo içindeki çiçek kabartmaları, mermer sütunları ve mermer oyma şebekeleri ile nadide bir eserdir.
Camiyle aynı dönem olmadığı ve dıştan rampayla çıkıldığı bilinen ahşap hünkar mahfiline günümüzde ahşap merdivenle ulaşılıyor. Benzerleri arasında en güzellerinden olan mahfili, sütunlar taşıyor. İki ayrı katta bulunan iki odadan sonra kafesli hünkar mahfiline ulaşılıyor. Pencereleri vitraylı olan mahfilde bir de mihrap bulunuyor. Mihrap üzerindeki selvi ağacı bezemesi gördüklerim içinde en zarif olanlardan. Hünkar mahfilini özel kılan detaylardan biri de Hz. Hızır’ın sabah namazından sonra görüldüğüne ve namaz kıldığına dair inanış. Bu mahfilde asılı olan levha da belirtilir. Levhada “Edrikni ya Hızır A.S (Beni idrak et, bana da görün)” yazmakta.
Oğlu gönlünü levhayla aldı
Kapının hemen karşısında bulunan, 1780 tarihli, kırmızı zemin üzerine altın yaldızlı kitabesi ve güzelliği ile dikkat çeken çeşme I. Abdülhamid’in eşi Sineperver Valide Sultan’ın çeşmesidir. Uncular Caddesine bakan mermer çeşme ise III. Ahmed tarafından yaptırılmış. Sadece Üsküdar’ın değil bu şehrin en kıymetli selatin camilerinden biri olur eser. Eserini bitirebilmek için çeyizinden parçalar sattığı anlatılır Gülnuş Sultan’ın. Oğlu bunu duyar ve üzülür, gönlünü almak için bizzat yazdığı “Cennet anaların ayağı altındadır” levha asılır yapıya.
Çiniler Tekfur Sarayı’ndan
Anıtsal caminin büyük, basık kubbesini dört fil ayağına dayanan kemerler destekler. Klasik devrin son eserlerinden olan yapı, barok üslubun ilk örneklerini de barındırması açısından önemli. Süslemede kullanılan yeşil zemin üzerine koyu mavi göbekli çiniler Tekfur Sarayı üretimidir. Mermer mihrap ve minber ise taş ustalığının nadide parçalarındandır. Caminin cematinden öğrendiğime göre çinilerden bazıları işgal sırasında İngilizlerde tarafından sökülerek götürülmüş. Son hırsızlık ise 2003 yılında yaşanmış, mihrap yanında bulunan çerçeveden Kabe örtüsü çalınmış.