28 Şubat’ın mavi gözlü kahramanı, emekli Orgeneral Çevik Bir açılan dava sonucu önce gözaltına alındı, ardından tutuklandı.
Türkiye’nin geldiği nokta açısından bu kaçınılmaz bir sonuçtu.
Netice itibariyle Çevik Bir’in de aralarında olduğu üst düzey subaylar, demokratik düzene karşı komplo kurmuş, seçilmiş hükümete entrika düzenlemiş ve Meclis’in iradesine ipotek koymuştur.
28 Şubat başarılı bir darbedir çünkü amacına ulaşmış, Refahyol Hükümeti’ni devirmiş ve istediği yasal düzenlemeleri yaptırmıştır.
Bu açıdan, teşebbüs aşamasında kalmış Ergenekon, Balyoz gibi davalardan daha önemli bir davadır.
Bu davanın açılması, dönemin sorumlularından yargı önünde hesap sorulması bu açıdan bir intikam hareketi olarak değerlendirilemez, değerlendirilmemelidir.
Yasadışı yollara başvuranlardan yargı önünde hesap sorulması intikam veya muhalefeti susturma olarak değerlendirilecekse, adalet kurumunu lağvetmek ve suçu serbest bırakmak gerekir.
Silahlı Kuvvetler içindeki darbeci kanat, 12 Eylül’de başlattığı psikolojik harbi 28 Şubat’ta zirveye ulaştırdı. Medya, akademi ve iş dünyası üzerinden siyaset ablukaya alındı, insanlara psikolojik ve maddi baskılar yapıldı.
Aslında o dönem art arda Doğru Yol Partisi’nden istifa eden veya etmek zorunda bırakılanlardan bir bölümü konuşsa, yaşananlarda asker dışı unsurların rolü de net bir şekilde anlaşılır.
Dediğim gibi, 28 Şubat psikolojik bir harekattı.
Ancak bugün kimi kesimlerin de benzer bir psikolojik savaş yürüttüğü ve mesela kendilerince tutuklu listeleri yapıp açıkladıklarına tanıklık ediyoruz.
Dönemin bizzat bedel ödeyen mağdurları böyle bir davranıştan kaçınırken bu kesimlerin böyle bir hesaplaşma yöntemine başvurmaları, tüm davalar gibi bu davaya ciddi gölge düşürüyor.
Emre Uslu’nun dün Taraf’ta Başbakan Erdoğan’a hitaben yazdığı mektup, böyle bir muameleye maruz kalmanın yarattığı rahatsızlığı açıkça ortaya koyuyordu.
Uslu, kendisini hedef alan bir medya yöneticisinin “Emre Uslu Amerika’dan gelemiyor. Çünkü gelirse başına kötü bir iş geleceğini bizzat Başbakan’dan duydum” diye dedikodu yaydığını belirtiyor.
Bir üniversitede ders vermek için Amerika’da olduğunu belirten Uslu, dönem sonu Türkiye’ye döneceğini de vurguluyor.
Taraf yazarı bununla da kalmıyor, kendisini hedef alan internet sitesinin özel hayatına ilişkin bilgiler yayınlayıp ailesini hedef haline getirdiğini belirtiyor.
Gerçekse, bu kötü bir durum.
Bilemiyorum çünkü Uslu’nun adını vermediği siteden haberim bile yok açıkçası.
Ancak kabul etmek gerekir ki, Uslu’nun yakın çevresinde bulunan kimi isimler de uzun zamandır tam da bunu yapıyor.
İnsanları hedef alıyor, özel bilgilerini deşifre ediyor, insanlara psikolojik baskı yapıyor.
Doğru yöntem, Uslu’nun o zaman da bunlara karşı çıkması, gerek gazete sayfalarından gerekse internet sitelerinden özel hayatları afişe edilen insanlara sahip çıkmasıydı.
Çünkü sonuç itibariyle, giderek sağlama alınan demokratik bir düzende insanların farklı fikirlerde olmaları esastır ama mücadeleyi fikir düzeyinde sürdürmeleri de esastır.
Uslu’nun başına geldiğini söylediği olay, uzun süredir birçok insanı mağdur eden bir uygulama.
Ancak, askeri vesayet, demokrasi konularında hassasiyetini bildiğimiz Uslu’nun fertlere yöneltilen psikolojik savaşı gündeme getirmesi önemli.
Buradan yola çıkılarak bir ilke birliği yaratılabilir ve insanların özel hayatlarının afişe edilmesi, fısıltı gazetesi vasıtasıyla üzerlerinde baskı kurulması veya yıpratılmasına karşı ortak tavır alınabilir.
Psikolojik savaş bize yönelik olduğunda kötü, hoşlanmadığımız insanlara yöneldiğinde iyi bir yöntem olamaz.
Onun için el ele verelim ve bu sayfayı bir daha açılmamak üzere kapatalım.