Ahmed Davutoğlu liderliğinde yeni bir parti kurulmuş.
Ali Babacan’ın liderliğinde kurulması beklenen partinin de eli kulağındaymış.
AK Parti Hükûmetleri’nde ilk 13 yıl, kesintisiz ve oldukça etkin bakanlıklarda bulunmuş olan Babacan’la Erdoğan arasındaki soğukluk, Erdoğan’ın, ‘pahalılığı, enflasyonu faizlerin yüksek olması’na bağlamasına, Babacan ve fikirdaşlarının, tam tersi yönde bir kanaatle, ‘enflasyon yüksek olduğu için faizin yüksek olduğu’nu bağlamalarından kaynaklanıyordu. Nitekim, Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın o zamanki başkanı E. Başçı’yı, ‘faizleri düşürmediği için’ ağır şekilde eleştirmesi üzerine; Babacan, üstelik parti içinde değil, kamuoyu önünde ‘Merkez Bankası’nın doğru yolda olduğunu’ söylemesiyle açığa çıkmıştı.
Ama konu sadece fikrî ihtilafla kalmadı; Babacan Erdoğan’a, ‘Sizden aklen ve kalben koptuk’ dediğini açıkça ifade etti geçenlerde. Kalben kopukluk?
Bunun izahı zor, te’vili de...
Umulur ki, kalben kopmakla, itiqadî saha dışında, sadece muhabbet açısından kopmak dile getirilmiş olsun.
***
Ne var ki, Erdoğan ‘yüzde 24’lere varan faizlerle yatırım da yapılamaz, ürünler iç piyasaya da pahalı sürülür, dış pazarlarda ise rekabet şansını büyük çapta yitirir’ derken haklıydı. Çünkü, aldığınız kredinin dörtte birini daha baştan faize veriyorsunuz. Ama faiz lobisi ve diğer kapitalist güç odakları da Erdoğan’ın bu yaklaşımından elbette hoşlanmazdı.
***
Davutoğlu ise yetkin bir akademisyen olarak sivrildikten sonra, AK Parti döneminde en üst seviyede bürokratlardan oldu ve Başbakan Erdoğan tarafından Meclis dışından Dışişleri Bakanlığı’na ve Cumhurbaşkanı olduktan sonra da, AK Parti Gn. Başk.lığı ve Başbakanlık için 6-7 kişi pusuda beklerken, Erdoğan tarafından AK Parti Gn. Başk.lığı’na ve Başbakanlığa getirilmişti. Böylece Davutoğlu, siyasî tecrübesini geliştirmek için iyi bir fırsat yakalamıştı. Ama çok kısa sürede, aralarında bir ‘güven bunalımı’ oluştu. Bu da, siyasetin halkımızın ekseriyetinin aslî değerleri mihverinde şekillenmesi ümidinin yara almasına yol açtı. Halbuki, Erdoğan’ın güçlü liderliğini ve ideallerini bilmiyor değildi.
Kusur ‘Şu veya bu tarafta’ demenin gelinen bu noktada bir gereği ve faydası yok. Sadece tarafların ihtilafa rağmen, ‘müminlerin başkalarına haşin, amma kendi aralarında merhametle davranacakları’nı belirten Kur’an hükmünü unutmaması temenni olunur.
Her partide her tip insan bulunabilir. Parti tüzükleri sinemaya girerken gösterilen bilet gibidir. İçerde izlenenlerle ilgisi yoktur. Aslolan lider kadrosunun dünya görüşü olup ve o görüşlerini hayata geçirme kabiliyeti ve halkın o liderlere itimadıdır.
‘Fakir’ mevcut siyasî yapıda, kendi ideallerini hayata geçirmek ve halkın ekseriyetinin itimadına mazhar olmak açısından Erdoğan’ın Müslüman halkımız arasında son 100 yılın en önde gelenlerinden olduğunu düşünür. Bu, bir lideri kusursuz, hatasız bilip yüceltmek veya şahsî bir tespittir. Yoksa, bizim dâvâmız fâni kişilere bağlı değildir.
Bu açıdan, yeni ayrışma çabalarını düşmanlık konusu yapmadan atlatmak olgunluğunu göstermeliyiz. Aksi halde, hele de son 200 yıldır yaşadığımız acılar, gözyaşları, zindanlar, sürgünler ve idâmlarla dolu yaptığımız tarihî yolculuğumuzu şahsî ihtirasları tatmin için tökezletmek noktasına gelinir ve 100 yıl öncelere, geriye düşüşün zemini hazırlanır, geleceğimizi ‘taife-i laicus’un şirretliğine teslim etmek gibi bir sonuç kaçınılmaz olur.
***
Bu açıdan, İslamî sorumluluk taşıyanların, henüz yolun başındayken, şahsî kırgınlık veya ihtiraslarla hareket etmemesi gerektiğini bir daha hatırlamak zorundayız.
Bu anlayışla, ‘Çerağımızı söndürmek isteyenlerin, Hakk yandırsın çerağını’ temennimizi ve bizim yolculuğumuz tökezletilse bile, yolumuzun geri dönüşünün olmadığını tekrarlıyor; ‘Hakk’ın yaktığı bir çerağı, kim söndürebilir?’ demekle yetiniyoruz.