Zaman zaman bu köşede şehre olan bakışımızı, şehre olan inancımızı dile getirdik. Hayat hikayemizde özellikle İstanbul’un ne denli önemli olduğunu her fırsatta dile getirir, her karışını gezmenin büyük bir zevk olduğunu içten içe hissederim. İstanbul’u bir ‘marka’ olarak görmeyi yeğleyenlerdenim. Geçenlerde İstanbul için son ve sonsuz başkent demiştim, bunun bir rüya olduğunu farz edelim, bu rüyadan geçenlerde ‘Central Park’ ifadesiyle uyandım. Central Park mı? Yarın da Hyde Park ya da başkaları olabilir mi? Yoksa dedim uyandıktan sonra, ‘Sana dün Central Park’tan baktım, aziz İstanbul’ deyu şiirlerimiz de mi değişecek. Neyse, geçti. Mesele, parkın o şehre ait olması, yaşayan bir parçası olması, şehrin tam merkezi olması ise bir ‘iletişim’ sorunu olarak ya da kazası mı var yoksa?
Teşbih hata götürmez, ‘gibi’ de...
Şehir, yaşayanlar için de bir ‘marka’ olmadıkça, o şehre ne büyük denir, ne de başka bir şey. Böylesi şehirleri 80+1 olarak ülkemizde görmek mümkün. İstanbul, algısı itibariyle kendiliğinden, kimsenin hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan, ‘marka’ olarak bilinir. Yeter ki, buna zarar verecek kaza ve belalar getirmeyelim. Yeter ki, kadim İstanbul’un parıldayan ışığına ‘gölge’ etmeyelim. Bırakalım, İstanbul marka olarak devam etsin. Örneğin, İstanbul gibi kendinden mülhem ‘marka’ şehrin yanına ‘Central Park’ gibi bir benzetme koymayalım.
Bir A Takımı söyleşisinde Savaş Ay bir benzeşmeyen benzetme yaptığında, konuk olan Tayyip Bey ‘teşbih hata götürmez’ dediydi. Bu ‘gibi gibi’ şeyler de hata götürmeyecek cinsten olsa gerek. Mesele, tek başına ‘Şehir Parkı’ ya da değil. Konu şehre ve yaptığımız işe bakış açısıyla ilgili. Önemlisi, bu bakış açısını o şehrin sakinleri ve potansiyel müşterilerine nasıl algılattığın. Daha önce de bahsetmiştik, şehir ve insan arasındaki o bağı kuvvetli kılacak, marka ve estetik (her anlamda) dokunuşları vurabilmek önemli olan. Şehir Parkı bu anlayışla, eğer acelemiz varsa bile, kavramları doldurarak, örneklerle değil nasıl olacağını göstererek, iyi bir algı iletişimi yaparak anlatmamız gerekiyor. Yeni inisiye olmuş erenler gibi değil, artık heyecanı tecrübe ile yoğurmuş ‘algısını satan bilge’ gibi davranmak gerekiyor. İstanbul, dünyanın en büyük şehri, onu yönetmek de büyük iş. Bu kadar güzel işler yaparken, diğer taraftan iletişimi doğru yapamıyorsak, kendimize ve etrafımızı iyi temaşa edelim.
Kurtuluş
Ramazan geldi geçiyor. Kurtuluş zamanlarındayız. En manalı gece hafta sonunda. Biz onu gerçek bir ‘dinlenme’ ve ‘af dileme’ şeklinde değerlendirelim.
Bazı şeylere karşıyım
‘1600 yıl önceli’ laflara karşıyım. Medine Sözleşmesi’ni Magna Carta’dan önce okuyanlardanım. Hesap bilmek önemli, had de, söz de...
Bir büyüğümüz ‘Hakiki insanların gönlünde İstanbul halen payitahttır’ der
İstanbul’u hangi gözle gördüğümüz önemli. Ağaçları, taştan yapıları, çeşmeleri, camileri, kuş evleri, sebilleri, köşkleri, denizi, sahili, tepeleri, şimdilerde plazaları, köprüleri, tekmili birden bir ‘marka’ olgusuna hizmet etmesi gerekir. Laleler çok güzel, amma bunu bulduğun her yere yapıştırmakla, folklorik birkaç öğeyi sürekli hatırlatma ile, seyirlik oyunları birkaç yerde sahnelemekle, plaza dikmekle, yol yapmakla hatta ağaç dikmekle bitmeyecek bir maceradır ‘marka’ şehir yaratmak. Dijital zamanlara nasıl geçtiğinle, algıları nasıl enkarne ettiğinle, şehrin ruhunu ve insanlarını nasıl geleceğe taşıdığınla alakalıdır. Central Park’ın şehri mesela, New York da şimdiden dijital devrimini gerçekleştirmiş, dijital yol haritasını deklare etmiştir. Şapkadaki NY yazısına bak. Olmayan bir şehir ruhunu teknolojiyle, dijitalize içerik ve uygulamalarla yaratmaya çalışan bir şehirle, İstanbul gibi yüzyıllardan bu yana dünyanın gözbebeği olmuş, kendine hayran bırakan coğrafyası, o içine çeken atmosferi ile tamamen gerçek bir ruh taşıyan şehri kıyaslamayalım. Dünyanın en çok turist çeken şehrinin New York olması onun gerçeği değil, İstanbul’un bunca derinliğine rağmen bu listede 8. olması, bizim yanılsamamızdan başka bir şey değildir. İstanbul ‘muasır medeni’ olma yolunda çok ciddi kazanımlar elde etti, son zamanlarda yapılan yatırımlar ve çılgın projelerle büyük şeyler yapılıyor, yapılacak, ama İstanbul’un marka şehir olarak kalmasını sağlayacak, onu her algıda ilk tercih yapacak hamleler de yapılıyor olması lazım. İçerik olarak, dijitalize olarak, reel olarak... 25-30 milyon ziyaretçiyi nasıl çekeceğiz şehrime ona bakalım. Bunun için yukarıdaki darb-ı meseli beynimize ‘darp darp’ kazımak gerekiyor.