Suriye, diğer Arap İsyanları ülkelerinden farklı olarak, daha ilk günden itibaren sürecin kanlı bir hâle gelmemesi için müzakerecilerin, komşu güçlerin, uluslararası aktörlerin ve organizasyonların müdahil olabildiği bir krizdi. Dolayısıyla, Suriye krizi ilk kez Cenevre’de bir siyasi çözüm tartışmasına muhatap olmuyor.
Rejimin katliamlarına başladığı Mart 2011’den itibaren benzer müdahaleler yapıldı ama netice alınamadı. 2011 Eylül’e kadar Türkiye, daha sonra Arap Ligi, Annan Planı, Brahimi girişimi, Suriye Dostları Grubu ve BM, Türkiye-İran-Mısır-Suud ortak girişimi ile Cenevre ve Viyana toplantılarının tamamında Baas yönetimine krizden çıkış için belli yol haritaları sunuldu. Esed yönetimi bunların neredeyse tamamına yakınına mutabık kaldı ancak bir tek olumlu adım dahi atmadı. Şimdi ise ‘yeni olduğu farz edilen’ Cenevre süreciyle karşı karşıyayız.
Cenevre’de en temel sorunların başında ortak bir gündem sıkıntısı geliyor. Geçmişteki girişimlerde, özellikle 2011-2013 dönemindekilerde en azından kafa karıştıran bir gündem bulunmuyordu. Bugün ise artan çapraz ilişkiler ve vekâlet savaşlarından dolayı farklı gündemler iç içe geçerken, birçok hedefte birbirlerini varoluşsal olarak neshetmektedirler.
Mesela, DAİŞ’in ne olacağı sorusuna verilen cevaplardan bambaşka ‘Suriyeler’ ortaya çıkarken, rejimin ne olacağı sorusuna verilen cevaplardan da bambaşka bir ‘muhalefet’ çıkmaktadır. Soruların cevaplarına göre unsurlar bir anda kimlik değiştirmekte, paydaş bölgesel-küresel aktörlerin pozisyonları radikal bir şekilde eksen kayması yaşamaktadır. Bütün bunlardan istikameti ve bir sabitesi olan gündem çıkma ihtimali var mıdır?
Öncelikle, kendi özel ajandası olmakla beraber, Cenevre’ye geldiğini veya bizatihi toplantıların düzenlenmesini sağladığını gördüğümüz aktörlerin, diğer aktörlerle masaya oturma fikrinin kendisini aşan hedefi olması beklenir. Yani belli bir müzakere neticesinde bir mutabakat zemini için Cenevre’de oldukları farz edilmektedir. Lakin muhalefetin dışındaki aktörlerin kabul edilebilir bir genel Suriye perspektifi bulunmakta mıdır?
Mesela Rusya, kendi adına veya rejim adına ne istemektedir? Rusya’nın Esed rejimi diye tarif edilen sıkıntısı gerçek midir? Yani Rusya ‘Esed rejimi yıkılmasın’ diye mi Suriye’de bulunmaktadır, yoksa 2012 sonu itibarıyla Baas rejimi anlamsızlaştığı için mi Suriye’dedir? Bu hususla bağlantılı olarak Amerika ne önermektedir? Rusya’nın rejimle ilgili kaygılarını giderme ekseni şeklinde oluşturulan yaklaşımın ‘retoriğin ötesine geçen’ en ufak bir gerçekliği var mıdır? Hâl bu iken, Cenevre’de gündem nedir?
Gelinen nokta itibarıyla, Suriye gibi yüzbinlerce insanın hayatına mal olan bir kriz için yapılan siyasi çözüm toplantılarının aktörleri ve gündeminin tarif edilememesi, hatta tartışmalı hâle gelmiş olması bile krizin serencamı hakkında fikir vermektedir. Suriye’de, üzerinde hiçbir şüphe olmadan gerçek olan tek şey, Baas rejiminin katliamları ve ona direnmeye çalışan Suriyelilerdir. Onun dışındaki bütün aktörlerin varlığı, yapıp ettikleri, sürece müdahil olma hikâyelerindeki kurgular, sahtelikler ve birer maşa olduklarına dair yeterince karine de ortadadır.
Durum bu iken, krizin tek gerçeğini ısrarla ıskalamaktan öte bir pozisyon alamayanların Cenevre’de de konuşacak fazlaca bir gündem inşa edememelerinde şaşılacak bir durum yok. Akılsız ve şuursuz bir realizm ile sahadaki cari duruma teslim olma çağrıları da, krizden çıkış siyaseti üretmediği gibi, son beş yıl boyunca krizi kangren hâline getiren ‘sürece teslim olma talebinden’ başka bir şey değildir.
Sırf diplomasi olsun diye ‘diplomasi çapsızlığına’ denk gelen bu yaklaşım, ‘Amerikan kararsızlıkları’ ile ‘Rus siyasetsizliğinin’ beraberce büyüttükleri bölgesel krizin kangren hâline dönüşmesine yol açıyor. Kaldı ki, Suriye muhalefeti bu kangren hâline büyük bir siyasi basiretsizlik gösterip teslim olsa bile, Suriye krizinde en ufak bir dinginlik görülmeyecektir. Aksine açılan alan, çok daha kanlı yeni bir süreci kaçınılmaz olarak doğuracak, üstelik bölgesel aktörlerin de aktif bir şekilde sürecin içine dâhil olma ihtimalini güçlendirecektir. Tüm bu tablo ortadayken, Cenevre’den ne umuyoruz?