Suriye’nin geleceği, 2003 yılı sonrası Irak’ın yeniden inşasına benzeyecek gibi görünüyor. Suriye’nin kağıt üzerinde üniter birliği korunacak, ama bu üniter birliği vaktiyle mümkün kılan Suriye’ye aidiyet duygusundan geriye bir şey kalmayacak.
Tıpkı Irak’ın üniter birliğinden bugün geriye bir şey kalmadığı gibi. Bölünmüş bir Irak’ın ortasında yaşayan halkların birbirine olan güveni kalmadı. Etnik ve mezhepsel bölünmeye isterseniz aşiret düzeyinde bölünmeleri bile ekleyebilirsiniz ki sunni aşiretleri bugün DAİŞ’in içine yerleştiği, iktidar olduğu yegane halk sosyolojisi haline geldi.
Bu tablo içinde Kürtler’in hem Irak’ta hem Suriye’de, 2000’li yıllardan başlayarak kendi geleceklerinin peşinde koşup durmaları, bu sürecin temel aktörü olabilmek için uluslararası alanda arayış içinde olmaları anlaşılır bir şeydir. Irak’ta süreç başladığında, uluslararası mahfillerde sözü edilen ve kaale alınan iki parti vardı. KDP ve YNK. Celal Talabani ve Mesut Barzani, Waşington ve Brüksel’e, Ankara’dan uçuyorlardı. Pasaportlarını Türkiye’den almışlardı ve partilerinin Çankaya’da birer büroları vardı.
Devlet içinde bu gelişmelere sıcak bakmayan, Türkiye’nin arka bahçemizdeki Kürtlerle kurduğu ilişkileri yerden yere vuranlar vardı tabi. Ama sonuçta bu kesimlerin değil, Özal’ın istediği oldu. Sözkonusu tarihi süreçte, Ankara-Erbil arasındaki flörtü ABD’nin de istediğini hatırlamada fayda var. O dönemde Kürtler kazançlı çıktı, ama Türkiye de kazandı. Erbil ve diğer Kürt şehirlerinin inşası, modern şehirlere dönüşmesi, Türkiyeli firmaların eseridir.
O tarihten bu yana, devlet aklının Kürtler’in çıkarlarına mutlaka karşı çıkmanın her zaman doğru olmayabileceği yolunda işlediğini söyleyebiliriz.
Irak, Kürtler ve Türkiye için bu bir ilk tecrübeydi. KDP ve YNK liderlerinin mümkün olduğu kadar dünyaya ve bölge devletlerine karşı birlik beraberlik içinde olduklarını göstermeleri ve bu görüntüyü verirken inandırıcı olmaları, ayrıca hatırlanmaya değer.
Peki şimdi Suriye’de ne oluyor? Mesele aynı mesele. Kürtler’in Esat sonrası Suriye’deki geleceği bağlamında, Türkiye’nin tutumu.
Türkiye’nin Irak’ta olduğu gibi Kürtler’in müzakere masasında olmalarına bir itirazı yok. İtiraz PYD’ye. Kürt halkına ve çıkarlarına karşı değil.
Türkiye’nin PYD’ye karşı çıkmasının bir değil bir çok sebebi var. Bir kere PKK’yı kim yönetiyorsa PYD’yi de aynı güç yönetiyor. Bu da sorun olmayabilirdi.
Bir şartla tabi:
Eğer iki örgütü yöneten akıl, Suriye ve Türkiye’nin siyasi şartlarının çok farklı olduğunu görebilse veya kabul etseydi. Oysa bu akıl, ne her iki ülke arasında ne bu ülkelerin sahip olduğu siyasi şartlar arasında bir fark gördü. Kobani’de ne varsa ve Kobani nasıl yönetiliyorsa, Suruç ve Diyarbakır’da, Nusaybin’de de bu olsun istedi. Çözüm süreci bu inat uğruna sona erdi ve Öcalan fiili olarak bu yanlış tercih nedeniyle tasfiye edildi.
PKK ve PYD’yi yöneten ortak akıl, bir çeşit kumar oynadı.
Ya herro ya merro!
Şimdi de hem Türkiye’de hem uluslararası alanda, bu siyasi kumarın PYD ve PKK’yı Türkiye’ye karşı ortak bir stratejide buluşturmasının siyasi iflasla sonuçlandığına tanık olmaktayız. Bedelini de maalesef Sur, Nusaybin ve Cizre ile Rojava’da yaşayan halk canıyla, malıyla ödedi.
PYD ve PKK’ye gaz verenlerin dökülen kanda payı vardır. Batı MESUT BARZANİ’yi de ERDOĞAN’ı sildi, siz Batı’nın yükselen yeni değerisiniz dediler. Avrupa’daki Kürt hayranlığını yere göğe sığdıramıyorlardı. PYD, DAİŞ’e karşı savaşan yegane karasal güçtü ya, gerisi önemli değildi!
PYD’nin Cenevre’ye davet almamasının anlaşılmayacak bir yanı yok. PYD müzakere masasının neresine oturacağı bile tartışmalı bir örgüttür. Rejimle işbirliği yapıyor ve Rojava bölgesinde diğer Kürt gruplara ve farklı etnisitelere karşı giriştiği ihlaller Uluslararası Af Örgütü’nün raporuyla belgelenmiş bir örgüt durumunda.
PKK, Türkiye’ye karşı savaşırken ve terör saldırılarıyla etnik hınç ve öfkeyi her geçen gün biraz daha arttırırken, PYD’nin kontrolündeki Rojava bölgesinden lojistik destek görmeye devam ediyor.
Üstüne üstlük, Rusya’dan alınan destek var ki, sonu Sur’da keskin nişancı Sırplar’a kadar vardı. Türkiyelileşme iddiasında olan bir hareketin saflarında Sırp keskin nişancı!
Gelinen yer iflah etmez bir yerdir.
Ama merak edilmesin, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar, yakında PYD/PKK’yi bu bataktan çıkaracak bir yol bulurlar muhakkak! Amerikalılarla Demirtaş’ı Waşington’da Ruslar’la Moskova’da buluştururlar, PYD’nin DAİŞ’e karşı tek karasal güç olduğunu Cengiz müttefiklere bir kez daha hatırlatır, Ruslar yeni bir keskin nişancı yollar Sur’a, Salih Müslim’in yeri de, böylece Cenevre’deki masada garantiye alınır!