‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’ filminin oyuncusu Bennu Yıldırımlar filme hazırlanırken birçok cenazede kendi yaptığı gözlemlerin etkili olduğunu söyledi. “Belki de kendi cenazemde kimler neler diyecek bunu düşündüm” dedi.
Bennu Yıldırımlar sinemamızın en kabiliyetli ve izlemekten zevk aldığım oyunculardan. yıldırımlar ile bu ay vizyona giren ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’ filmini ve sinemamızı konuştuk.
Senaryoda sizi etkileyen şey ne oldu?
Dilinin akıcılığından, ele aldığı konunun yerel gibi görünse de ne kadar evrensel olduğuna ve karakterlerinin inandırıcılığından etkilendim. Provalara başladığımızda, Erhan, Onat ve Dicle’nin liseden beri arkadaş olduklarını ve sinemanın onların o dönemlerinden beri yapmak istedikleri meslek olduğunu öğrendim. Bu üç yakın arkadaşın düşlerine destek vermemek olamazdı.
Bu role nasıl hazırlandınız?
Sanırım bugüne kadar biriktirdiklerimden.Ölüme yakın ya da henüz ölmüş birinin yakınlarını gözlemleme fırsatımız olduğunda, ne kadar çelişkiler yaşandığını gözlemlemişizdir. Hemen her insanın başından geçmiştir sanırım cenaze sırasında cami avlusunda yaşananlar. Ne kadar ikiyüzlü ya da ne kadar samimi olabilenler… Bu anlar hep aklımızda kalır nedense. Belki de kendi cenazemizin nasıl olacağı ve arkamızdan neler söyleneceği ile ilgili zaman zaman kafa yormamızdan ileri gelen düşüncelerdir. Ben de bu gözlemlerimden biriktirmişim epeyce...
Bu yapım için bir kara film diyebiliriz. Bu türde sinemamızda az örnek var. Bunun sebebi nedir?
Soru işaretli eğitim sistemimiz, okumaya ve anlamaya yönelik insan yetiştirmede geri kalmamızın önemli etkenlerinden biri gibi geliyor. Kitap okuma oranları, sinema, tiyatro ve konserlere gitme oranlarımız da öyle. Sonuçta karakter izlemektense, tiplemelerin olduğu filmleri izlemek insanımıza daha kolay geliyor. Fazla kafa yormamak ve anlık
yaşamak, kültürün katmanlaşmasının önündeki perde.
Türk sinemasında burjuva sınıfının hikayelerinin yeterince yer aldığına inanıyor musunuz?
Yakın zamanda izlediğimiz Seren Yüce’nin ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’i, Yeşim Ustaoğlu’nun ‘Tereddüt’ü ve tabii ki Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ filmleri bu anlamda ilk aklıma gelen işler. Ama birey bilinci oluşturulmadan, burjuvazi işlenemez. Biz kaderci bir toplumuz, giderek daha da o yöne çekilmeye çalışılıyoruz. Bu sinemamıza da yansıyor.Birey bilincine erişebilmek için de, Batı burjuvazisinin ekonomik gücüyle kaderciliğe son vermesi gibi, bizim de kendi yöntemlerimizi geliştirmemiz gerekiyor.
Sanat bilimle beslenir
1980-90’ların ikinci yarısına kadar sinemada feminizmin etkisi görünüyor. Fakat 2000 sonrası sinemamızda bir geriye adım atıldığını düşünüyorum. Bir kadın oyuncu olarak buna katılıyor musunuz?
O yıllar feminizm derneklerinin kurulduğu, edebiyatta da başta Duygu Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’ adlı kitabı olmak üzere, kadın meselesine yakından bakılan bir dönemdi. Atıf Yılmaz, peş peşe filmler çekip, kadın meselesine gündem oluşturmuştu. Şimdiki konular, yine bugünün gündemiyle ilgili. Sanat sadece duygu yoğunluğuyla değil, bilimsel bakışla da beslenir. Baskıları düşünüp otosansür uygulamak, gelişiminize engel koyar.