Cumhurbaşkanı elinden gelen yapıcı rolü oynayıp krizin çözüm adresi olarak Meclis’i gösterince ve haklı olarak Türkiye’nin istikrarına ve imajına yönelik saldırılara karşı uyarıda bulununca hayal kırıklığı yaşayanlar oldu.
Ne bekliyorduysalar?
Cumhurbaşkanı Gül’den bir Demirel performansı mı?
Baktılar Gül’den Demirel’in D’si çıkmıyor, bu sefer “AK Parti’yi kapatmalı” fikri geldi akıllarına. Bu fikri dillendiren Peygamberimize hakaret içeren twiti dolayısıyla Zaman gazetesindeki yazılarına zaten son verilmiş olan bir “kuzen mağduru”, üzerinde durmaya değmez, öyle değil mi?
Ama “hukukun soğuk yüzü” ve “bazı keller kopacak” sözleri bir kapatma davası hazırlığını da akla getirmiyor değil.
Ah hukuk minel hukuk...
“367 hukuku”, hatırladınız değil mi?
Cumhurbaşkanı Gül Köşk’e çıkmasın diye el birliği, oy birliği yapmış çevrelerin ve “hocaların hocasının” icadıyla kilitlenmişti Meclis iradesi.
O zaman da “hukuk” diyordu kimileri, “hukukun buz gibi sakin aklı...” Siyasi irade “hukuku askıya almakla” itham ediliyordu; niteleniyordu; şimdi tam hatırlamadım ama sanki “sivil dikkat lafları” da tedavüldeydi!
Abdullah Öcalan’la doğrudan görüşmelerin başlamasıyla birlikte ivme kazanan ve anaların gözyaşını kurutan çözüm sürecinden sonra -Kürtlere verdikleri aklın tutulmayacağını anlayan bazı “kanaat ablaları-ağabeyleri” de 367 kararını destekleyen yazılar yazmışlardı. “Eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanına ne gerek var” kabilinden yazılardı bunlar.
Sureti haktan gözükenleri Hayrünnisa Gül’e seslenip “daha başörtüsü sorunu çözülmemişken Çankaya’da oturmak hiç mi vicdanını sızlatmayacak?” diyordu.
Hangi başlar yere düşecek?
Muhtemeldir aynı isimler bugün de Cumhurbaşkanı’na “tek çaremiz sensin, durdur Tayyip Erdoğan’ı” diyen koroda yer alıyordur.
Cumhurbaşkanı’nı bu ringe çekmeye çalışanlar aslında bunu hep yaptılar, tabiri caizse AK Parti’yi çatlatmak için “tek çaremiz sensin” dediler. Fakat şunu düşünmediler, çatlamış bir AK Parti AK Parti’yi inşa eden ve bugünlere getirenlerin en son isteyecekleri, sebebiyet vermekten de itina ile kaçınacakları bir şeydir.
“Hukukun asık yüzünü” gösteren şu tehditkar sözler Mümtaze’er Tüköne’ye ait: “Başbakan’ın siyasi geleceğini belirleyecek hesaplar savaş alanlarında veya bataklıkta değil hukukun buz gibi sakin aklının egemen olduğu yargı alanında verilecek. Terazi tartacak ve adaletin keskin kılıcı inecek ve bazı başlar yere düşecek”
Korkutucu değil mi?
Acaba AK Parti’ye açılacak bir kapatma davasını mı haber veriyor?
Yoksa 7 Şubat’tan bu yana her biri Başbakan’a uzanmak için planlanan “operasyonlar er geç amacına ulaşacak, birincide olmadı, üçüncüde başarılamadı ama daha 20-30 dosya var, elbet biri tutacak ve Başbakan’a ulaşılacak” mı demek istiyor?
Hey Allah’ım; “terazi tartacak ve adaletin keskin kılıcı inecek.”
Adaletten dem vuran afili bir söz, öyle değil mi?
Siyaseti by-pass etmenin en etmiyormuş gibisi.
Halkın iradesine darbe yapmanın en estetize hali.
Freni patlamış kamyon
17 Aralık’tan sonra yaşadıklarımızın akılla izahı mümkün değil. Bir karar verilmiş ve galiba o karardan dönmek mümkün değil.
Yani freni patlamış kamyon durumu söz konusu.
Operasyonlara emrini verenler bence fren mekanizması söküp almışlar operasyonu yapanların elinden.
Yani süreci durdurmak onların elinde değil.
Sonuna kadar gitmek zorundalar. Sonucun “paralel yapının” sonu olacağını bile bile bunu yapmaya mecburlar.
Yoksa bu gözü kararmışlık, koskoca bir cemaati kanaat önderleriyle, ağabeyleriyle, medya organlarıyla siyasi olduğu besbelli bu operasyona alet etmek başka nasıl izah edilebilir?
Başbakan’a Firavun demek, Yezid demek, dile düşmek pahasına beddua etmek...
Bunların yarattığı infiali düşünmüyorsunuz, anladık.
En azından Cemaat’e gönül verenlerin ruh halini düşünün.