Bu aralar polis çevirmelerinde görevlilere ve basın mensuplarına karşı anlamsız tepkileri sıkça görür olduk. "Beni çekemezsin", "kamerayı kapat", "benim kim olduğumu biliyor musun" tehditleri gırla savruluyor bu çevirmelerde...
Gerek kişilerin bu aymaz tavrı, konuşmalarının sonuna ekledikleri "sizi dava edeceğim" benzeri ifadeleri, bu kimselerin yaptıklarının ve söylediklerinin hukuki olarak haklı olup olmadığını düşündürdü bana... Kendisini imtiyazlı görmek, tanıdıklarına güvenmek ve hukuku bilmeden "kayıt alamazsınız" şeklinde bilmiş (!) tavırlarla konuşanlardan ciddi rahatsızlık duyuyorum. Bugün bu duruma değinmek istiyorum.
Görev sınırları içerisinde davranış sergileyen polislere yardımcı olmak bir yurttaşlık görevi. Bazen itiraz edebiliriz, hatta uyarabiliriz polisleri. Yanlış yapmak insana mahsus, malum olduğu üzere... Ancak bazı olaylar var ki akla ziyan... Geçenlerde TV'den izlediğim bir olay üzerinden meseleyi ele almak istiyorum. Bir kadın, kırmızı ışık ihlali yapmış, kemer takmamış, seyir halindeyken telefon kullanıyor, poliste bunu görüyor, aracı durduruyor haliyle. Kameralar kayıtta. Polis sırasıyla evrak ve alkol kontrolü yapıyor. Şahsa ehliyeti olmadığı ve kurallara uymadığı için ceza yazılıyor... Bu hınçla polise, medyanın kamerayı kapatmasını söylüyor. Sonra medya mensuplarının çekim izni olup olmadığını soruyor. Polis "uygulama yani çevirme yapıyoruz. Bizimle beraber geliyorlar. Rutin bir uygulama" diyor. Ancak itiraz bitmiyor; "burası benim şahsi alanım, bu yasal değil, yasada böyle bir şey yok"... Ve sonrası malum tehdit; "ararım buraya yığarım, sen Mehmet abiyi tanıyor musun?!"... Mehmet kim bilmiyoruz ama kendisini ceza almaktan da akşam televizyonlarda olmaktan da kurtaramadığı kesin...
Bu olayın binlercesi hemen her gün meydana geliyor. Medya sayesinde bu saçma sapan tavrı izliyoruz ve polisin sabrını görüyoruz. Burada birkaç hususu bilmek gerekiyor sanırım:
Birincisi: Polis uygulamaları yani bizim çevirme olarak bildiğimiz husus kolluğun güvenlik ve trafik için yaptığı denetimlerdir. Bu denetimler bir kamu görevidir, bu görevin yapıldığı yerler özel değil kamusal alanlardır. Yani bir kimsenin evine polisin gelmesi ile sokaktaki bir olayın görüntülenmesi birbirinden farklıdır.
İkincisi: Bu görüntülerin alınması polisin denetimi açısından da önemlidir. Medya bir denetim aracıdır. Uygulamada, sınır aşan durumların olup olmadığının objektif tespiti açısından gereklilik arz eder. Kamera kaydının olduğu ortamda polisin kural dışına çıkma ihtimali de olmayacaktır. Bu haliyle medyaya tanınan özgürlük alanının bir gerekçesi de üçüncü bir gözün duruma nezaret edebilmesini sağlamaktır. Keşke tüm çevirmelerde kamera kaydı olsa...
Üçüncüsü: Kayıt alınmasının yasaklanması hukuka aykırıdır. Nitekim bundan önce Danıştay idari Dava Daireleri Kurulu, kamusal alanda polisin ses ve görüntüsünün alınmasını engelleyen yani medyanın bu olaylarda kayıt yapmasını önleyen Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesini incelemiş şöyle karar vermiştir: "Söz konusu genelge ile getirilen düzenlemelerin temel hak ve hürriyetlerden olan haberleşme hürriyeti ile basın hürriyetine yönelik kural ve sınırlamalar getirildiği anlaşılmıştır. Bu haliyle yasa organının tasarrufu niteliğindeki kanun yerine yürütme organına dahil Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından genelge niteliğinde bir düzenleme ile temel hak ve hürriyetlere sınırlama getirilmesinde Anayasa'ya uyarlılık bulunmamaktadır"
Örnek olayımızın da buna benzer durumların yaşandığı tüm noktaların da ortak bir özelliği var... Bu olaylardaki kişilerin gösterdiği tepkiler ve sonrasında gelişen süreç, bir haber niteliği taşıyor. Medyada yer almalarının sebebi kendi davranışları. Bir uygulamada belki de 30-40 kayıt yapılıyor ama medyada gündeme oturan bir veya iki kişinin davranışları oluyor. Olayın hukuki yönünü bir tarafa bırakırsak, bir atasözü ile yazıyı bitirelim: Kendi düşen ağlamaz!