Kadıköy’de Çek Cumhuriyeti Milli Takımı ile çok ciddi bir maç oynuyoruz.
İşin en sonunda Fransa Avrupa Futbol Şampiyonası’na gidip gidememek var.
Ve sürece de çok kötü başladık, nüfusu İstanbul Şişli ilçemiz kadar olan bir ülkenin milli takımına, İzlanda’ya yenildik, hem de üç gol yiyerek.
Çek Cumhuriyeti Milli Takımı dünya klasmanlarında İzlanda ile mukayese edilemeyecek kadar güçlü bir takım, FİFA dünya sıralamasında 27. sırada.
Bu arada Türkiye’nin de 38. sırada olduğunu hatırlatalım.
Çek Cumhuriyeti Milli Takımının, Çekoslovakya günlerini de hesaba katarsanız, zaten futbolle her ilgilenen kişinin çok yakından bildiği büyük küresel başarıları mevcut.
Yine unutmayalım, bu Çek Cumhuriyeti Milli Takımı yaklaşık bir ay önce, Fransa 2016 hedefinde Brezilya Dünya Kupasının önemli takımı Hollanda’yı 2-1 yenmiş bir takım.
Gelelim Kadıköy’e, bu akşama.
Maça çok iyi başlıyoruz, dakika 8 ve Galatasaraylı Umut harika, akıl ve teknik dolu bir kafa golü atıyor.
Umut çok hırslı, teknik düzeyi çok yüksek bir oyuncu, Galatasaray’da neden her maçta ilk on birde yok anlamakta zorlanıyorum.
Avrupa’da, Güney Amerika’da milli takımda oynayan, başarılı olan ama sistematik olarak kendi takımında ilk on bire giremeyen futbolcu hatırlamıyorum, bilen varsa beni uyarsın lütfen.
Çek Cumhuriyeti’nin golü soğuk bir duş gibi geliyor ama bu maçı almak zorundayız, Kadıköy’den çıkış yok, daha doğrusu olmaması lazım.
Yediğimiz ikinci çok basit gol ikinci soğuk duş ama insanı, mantığı olanı da düşünmeye yönlendiriyor.
Avrupa kupalarında 2000 senesinin efsanesi ile yürümek ne kadar anlamlı?
Üstelik acaba bu efsanenin gerçek yaratıcıları Hagi ve Popescu mu idiler?
Fatih Terim’in de başına, Fransa elemelerinde, acaba Abdullan Avcı’nın Brezilya sürecinde başına gelen mi gelecek?
İlk iki maçta, biri İzlanda’ya karşı, biri Kadıköy’de altı puan kaybetmek acaba nasıl izah edilecek, merak ediyorum doğrusu.