Sezen Aksu'nun 2017'de kaydedilmiş bir şarkısının koparttığı kıyamet, gündemi kaplamış gözüküyor. Evet müslümanların kalbini incitecek, nahoş ifadeler var bu şarkının içinde. Aksu gibi topluma mal olmuş, popüler bir sanatçının bu hassasiyeti nasıl olup da atladığına şaşıyor insan... Cehalet üzerinden kopartılan tartışmada, öte yandan bir dil karmaşası da var: Günlük kullanımımızdaki 'cahil' kelimesiyle, modernleşmeye dair sosyolojimizdeki 'cehalet' ve yine Kur'ani terminolojiye ait 'cehalet' aynı şeyler değil. Anne-babalarımızın kullanımında, popüler kültür dilinde 'cahil'; toy, tecrübesiz, genç, deneyimsiz anlamlarını içerir ve negatif bir içeriği yoktur, hatta cahil; mazur görülen, affedilmesi, sahip çıkılması gereken gençler için söylenir çoğunlukla...
Bir de okullarımızda duyup öğrendiğimiz 'cehalet' vardır ki, bu daha çok politik bir indirgeme anlamı taşırdı... Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ortaya çıkan bu tepkisellikte, pozitivist politikaların karşısındaki tüm kurum ve düşünce şekilleri cehalet olarak addedilirdi. Modernleşme projeksiyonumuzda, geleneğe ait tüm hatırlatıcılar, cehalet temsilcisiydi...
Ama Kur'anı Kerim'de, daha temel bir anlamı vardır cehaletin, o bilmemektir. Cehalet içinde olan kişi, kalbini imani hakikatlere kapatmış, tevhide kör ve karanlık kalmış demektir... Gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama duymazlar, kalpleri mühürlenmiş gibidir cahillerin. Cahiller vahşidir, merhametsizdir, zalimdir. İslam öncesi devre Cahiliye Devri denir bunun için... Dikkat edilirse, orijinal anlamı kültürel ve politik anlamlarından çok daha ağır olan bu ifadeyi, uluorta kullanmamak da gerekir. Cahil kelimesi, maksadını aşan şekilde kullanıldığında, sarfeden kişiyi cahil kılar...
'Edirne'deki İmralı'ya hesap verecek'' cümlesi gündemi sarstı; Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş arasındaki fay hatlarının aslında ne kadar da kırılgan olduğunun ana akım siyaset tarafından deklare edilmesi mahiyetindeydi. Selahattin Demirtaş'ı kalkıştığı serhildan daveti üzerinden büyük bir tedirginlikle, hicranla, acıyla hatırlıyoruz. 2014 yılında Demirtaş ve HDP yönetimi tarafından ilan edilen 'serhildan' sonrasında 35 il ve 96 ilçede patlayan şiddet olayları korkunç sonuçlar doğurmuştur Aralarında Yasin Börü gibi Kurban Bayramı payı dağıtmaya çıkmış çocukların da olduğu 35 kişi feci şekilde katledilmiş, yüzlerce yaralı, yıkılmış okullar, kapatılmış yollar, patlatılmış meskun mahaller, hastaneleri dolduran yaralılarla tam bir insanlık dramına dönüşmüştü...
Çözüm Süreci'ni fiilen bitiren bir kalkışmaydı bu aynı zamanda. Terörün ve şiddetin bitmesini istemeyen hayaletler, bu kez masayı deviriyordu... Hayaletler...
Dağda eli silahlı bir adamla çekilmiş fotoğrafları piyasaya saçılan HDP'li vekil Semra Güzel için muhalefet partilerinin ortak savunması; bu fotoğrafın Çözüm Süreci sırasında çekilmiş bir fotoğraf olması yönündeydi. Ve hem CHP hem İYİ Parti, bu konuda Hükümete ateş püskürüyorlardı. Ne gariptir ki, siyaset ve terör, siyaset ve silah yanyana gelemez gibi çok basit bir cümle kuracakları yerde muhalefetin iki büyük partisi de ağız birliğiyle Çözüm Süreci'ne veryansın ediyorlardı... Hem Kürt oylarına talip olacaksın, hem barıştan yanayız diyeceksin, hem İstanbul'u Kürt oylarıyla kazandık diye konuşacaksın hem de tüm savunmanı absürd bir şekilde Çözüm Süreci'ni tenkit etmek üzere kuracaksın... Tam bir tıkanmışlık sendromu... Tam bir paradoks.
Bense başka bir şey soracağım; Semra Güzel'in bu fotoğrafını medyaya şu anda servis edenler, Semra Güzel, milletvekili adayı olurken neredeydiler, niçin sessizce seyrettiler? Niçin, bu kadının dağda teröristlerle çekilmiş fotoğrafları var, siyaset terörle birleştirilemez diyerek itiraz etmediler... 2017'deki bir şarkıyla, 2014'teki bir fotoğrafı şu anda sürüme sokanların maksadı ne? Evet her ikisi de tartışılmayı ve eleştirilmeyi hak ediyor, ama niçin gecikmiş, geciktirilmiş şekilde... Bu hayaletler neyi olgunlaştırmak istiyorlar?