Arkadaş her hafta başı aynı üç soruyu boşluğa yöneltiyordu; sonunda bundan vazgeçti. Güzel... Mehmet Ali Birand’a gösterilen ilgiye şaşırdığını belli ettiği için, bunu bir iç-muhasebe vesilesi yapacağa benziyordu. Bu da güzel... Üç parçaya böldüğü dünkü yazısının girişinde, Paris’te işlenen cinayete Fransız savcıların getirdiği açıklamadan kuşkularını belli etmişti. “Demek zihnini açık tutmaya kararlı, aman ne güzel” diye düşündüm...
Fakat o da ne? Yazısının Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ‘ne söylediğini bilmez’ göstereceğim heyecanıyla kaleme aldığı belli olan ikinci bölümü tam bir cehalet eseri değil mi?
İşte bunu yapmayacaktın be arkadaş...
Başbakan salı günkü grup toplantısı konuşmasının bir yerinde “Irkçılık asabiyet, asabiyet ise Şeytan’dandır” demişti. Vaktiyle ‘kaptan gemisi’ olmakla böbürlenen gazetenin ortasında en geniş yeri işgal eden arkadaş işte bu cümleye takmış...
Tayyip Bey’in mektep kökenini hatırlatmak için olacak, bir yerinde “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma”‘özdeyişi’ni de kullandığı takılma tam bir cehalet örneği... TDK sözlüğüne bakmış arkadaş, orada ‘isim, eskimiş Arapça, sinirlilik’ yazıyormuş ‘asabiye’ sözcüğünün karşısında... Ülkemizin en asabi insanı kimmiş? Tabii Tayyip Erdoğan...
“Asabiyet Şeytan’dandır” sözünün kendisine dokunacağını bilmiyor muymuş Tayyip Bey?
Sonra da ‘önerilerini’ sıralamış: Her saat başı “Asabiyet Şeytan’dandır” sözünü tekrarlayan bir cep saati yaptırmak... Grup toplantı salonunun duvarına aynı sözün tablosunu asmak...
Bu yaşta bu kıvrak zekâ, bu engin bilgi hakikaten göz yaşartıyor...
Çok uzun yıllar önce, kendisinin de mezun olduğu Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Dr. Ümit Hassan ‘İbn-i Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi’ konusunda doktora dersleri verirdi; hocanın ‘doktora tezi’ de aynı konudaydı. Prof. Ümit Hassan şimdi Kıbrıs’taki Yakın Doğu Üniversitesi’nin rektörü ve eğer arkadaşın dünkü ‘asabiyet’ yazısını okuduysa “SBF diplomasıyla bu kadar cehalet olamaz” diye kükremiştir...
Dün İbrahim Kiras ‘asabiyet’ kavramının sosyolojik derinliğini güzelce anlattığıiçin işin o yönüne ben girmeyeceğim. Pek çok bilim insanına göre ‘sosyoloji’ ilminin kurucusu sayılan İbn-i Haldun’un ismini duymuş herkes onun literatüre katkısı olan iki kavramı bilir: ‘Asabiyet’ (Arapçası ‘asabiyye’) ve ‘ümran’...
İbn-i Haldunismini duymamış olabilir mi arkadaş? Yoksa ‘hızlı okuma kursu’ almış da, okuduklarını özümsememiş midir? Yoksa yoksa, aslında İbn-i Haldun’la ve onun literatüre kazandırdığı ‘asabiye’ kavramıyla tanışmıştır da, sırf Tayyip Erdoğan’a ‘çakmak’ için, “Hürriyet okurları nasıl olsa bilmez” deyü bilmezden mi gelmektedir?
Hangisi acaba?
Çoklu seçenekten hangisi doğru olursa olsun yaptığı vahim yanlış mazur görülemez. Eğitimli herkesin bildiğini bilmiyorsa da, bildiği halde sırf sevmediği birine ‘çakma’ vesilesi sayarak okurlarını aptal yerine koyuyorsa da affedilecek bir şey değil yaptığı...
“Aman canım, sen de i’zam ediyorsun; onun gazetesinde daha ne çamlar devriliyor” diyenleriniz vardır biliyorum; sizler de haklısınız.
Özellikle Mehmet Ali Birand’ın vefatına gösterilen ilginin medyada köşeleri tutmuş okur-yazar bilinen taife için göz açıcı bir dönüm noktası olduğunu sandığım için üzüldüm. Oturup düşünürler ve bugüne taşıdıkları kötü alışkanlıklarından vazgeçerler umudundaydım.
Bir dostumun, “Sen öyle san, tavırlarını değiştirdikleri taktirde bulundukları mevzileri kaybederler; onlar görevlerini yapıyor” uyarısına rağmen hem de...
Mehmet Ali Birand’ın ne kadar seveni olduğu görüldü; okurunun az olmadığını da sunduğu ana haberlerin bayağı izlenmesinden biliyoruz. Ancak yıllar ve yıllar boyu grubun ana gazetelerine yaklaştırılmadığı, ‘32. Gün’ programının ancak gece yarısından sonra yayınlandığı da ortada.
Yoksa haklı olabilir mi kuşkucu dostum; tersinin olması için, hiç sevilmemek ve çok okunmamak mı gerekiyor?