Timur çaycılık kariyerine başlamadan evvel tahsil hayatını lise ikinci sınıfa kadar omzundaki eski bir ceketi taşır gibi taşıdı. Sonunda yoruldu ve bıraktı. Yorulduğundan mı tembelliğinden mi bilinmez ama neticede Timur okumadı.
Okulu bıraktığının haftası dolmadan evden ultimatom geldi. Babası bir devlet dairesinde müstahdem olan Timur iş bulmalıydı. “Okulu bırakırım bir de güzelce gezerim sonrasına Allah Kerim!” diye düşünen Timur anladı ki onun saltanatı sadece adındadır. Hayatı ise sefalet sınırındadır.
Timur iş aradığı günler boyunca yüzüne kapanan kapıların çokluğundan anladı ki iş bulmak ince iğne ile kuyu kazmak gibidir. Ne iğne kırılır ne kuyunun dibi bulunur ama insan yorulur. Timur da yoruldu. Ama kimselere diyemedi yorulduğunu.
Okulu bırakmasının üzerinden iki ay geçmişti ki bir akrabaları müjdeli bir haber verdi. Timur’a iş bulmuştu. İşin aslını faslını öğrenince Timur anladı ki sefalete devam edilecek. Timur çarşı içinde arı kovanı gibi işleyen bir çay ocağında çay dağıtacaktı.
Çay ocağındaki ocakçı ile tanışmalarına bir tokat vesile oldu. Timur bir tepsi çayı olduğu gibi devirip dökünce ocakçıdan okkalı bir tokat yedi. Timur babasından bile böyle tokat yememişti. Kızdı, dişini sıktı, işi bırakmak istedi ama yapamadı. Ocakçı tokattan sonra bir de kulağına asıldı. Dişlerini sıkarak “Kırdığın bardakları haftalığından keseriz. Şimdi al eline paspası sil buraları yeğenim” dedi. İşte ilk defa o zaman gözlerinden yaş geldi Timur’un...
Ama hayat gözünden yaş gelse değil kan ağlasan bakar mı gözünün yaşına. Timur da kan yutarak devam etti işine. Esnafı tanıdı. Kim ne içer hemen belledi. Kime ne kadar çay verilmiş bilirdi. Hatta bir gün kendi gibi garsonlardan bir tanesi; “...bu kadar kafan çalışıyordu da neden okumadın deli dümbelek” dedi. Cevap veremedi ama merak etti bu sorunun cevabını. Burada çayların sayısını hiç unutmuyordu. Bazen kasaya geçiyor para hesabını da şaşırmadan kuruşu kurşuna veriyordu. Neden burada bu kadar kolaydı da okulda o kadar zordu bu hesap kitap işleri hiç anlayamadı.
O günlerde çay verdiği esnaftan bir sahaf ile tanıştı. Kitapçıdaki koyu bir sohbetin tam ortasında çay istemişlerdi. Çayları Timur getirmişti. Tek tek çayları bıraktı tam çıkacakken kitapçı; “Timur sen de kalsana sohbetimize. Bak senin adını aldığın Timur’dan bahsediyoruz.” dedi. Timur şaşırdı adımı nereden biliyorsa bu adam diye düşündü. “Ustam kızar beklemem olmaz ağzınız tatlı olsun.” dedi ve çıktı.
Ama o günden sonra kitapçıya gidecek çayları hep Timur götürdü. Her gelişinde kitapçıyı okurken görürdü. “Ne çok okuyor bu adam herhalde yakında delirir” diye düşündü. Nereden duyduğunu bilmiyordu ama çok okuyanların delirdiğini düşünüyordu. Bir gün cesaret edip sordu. “Delirmekten korkmuyor musunuz okuya okuya?” Adam önce epeyce güldü. Timur sorduğuna utandı. Ama adam konuştukça Timur’un mahcubiyeti azaldı. Adam kurabiye yer gibi tatlı tatlı anlatıyordu. “Aslında okumak iptiladır. Yani bir nevi bağımlılıktır.” diyerek bitirdi lafını ve “...bana bir demli çay daha getir ben de senin okuyacağın bir kitap seçeyim olur mu?” dedi.
Timur; “...kitap okumam ben...” demeye utandı. Kitapçının demli çayını verirken kendisi için seçilmiş kitabı aldı gömleğinin içine, koynuna soktu. O gün akşam kitaba şöyle bir göz gezdirdi. Ne tatlı bir hikâyeydi okuduğu. Sonra kitaba daldı gitti. Gözleri kızarana kadar okudu. Kitap hiç bitmeseydi keşke ama bitti. Timur ertesi gün kitabı verdi. Ve kitaptaki hikâyeyi kitapçıyla konuştular biraz.
O günden sonra Timur hep koynunda kitapla gezer oldu. Azıcık bir aralık bulsa hemen kitabını çıkarıyordu. Keşke okuldaki kitapları okumak da böyle zevkli olsaydı o zaman okul leblebi çerez olurdu onun için. Kitapçıyla araları çok iyiydi. Bir gün kitapçıya çay götürürken bir şey fark etti. Ocakçı hep eski çaydan veriyordu. Hatta bazen bardakların altına konulan ve içine çayın deminden, suyundan damlayan kara suyun biriktiği yerden koyuyordu. Ocakçı hem arsızca gülüyor hem çayı koyarken söyleniyordu. “Bu kitapçıda nasıl bir damak varsa iyiyi kötüyü hiç bilmiyor.” Timur çayı aldı yolda yere çaldı. Ve koşarak kitapçıya gidip durumu anlattı. “İçme o çayı” dedi. Kitapçı; “Çayı içmeyi keselim ama seni ne yapacağız. O küflü ocakta tükeniyorsun sen. Gel benim çırağım ol.” dedi. Timur sevinçten ne yapacağını bilemedi. Koşarak babasının çalıştığı devlet dairesine gitti. “Ben artık kitapçıda çalışacağım. Okulun kitaplarını okumadım ama bunları okuyacağım baba.” dedi. Ve aylardır kendisine küs olan babasına sarılmak istedi. Ama babası sevindiğini gösteremeyen babalardandı. Sadece “Aferin!” dedi ve gülümsedi.
Bu gülümseme Timur’a yetti. Ertesi gün kitapçıda işe başladı Timur. Hem çay demledi hem okudu bir müptela gibi...