Türkiye Suriye savaşının içine çekilmemek için şimdiye kadar hep direndi. Muhaliflere destek oldu, mültecilere kucak açtı, Esad karşıtı koalisyonlara katıldı, PKK ile mücadele ederken PYD ile olan mesafesini korumaya dikkat etti, hatta uçağı düşürüldüğü zaman bile orantısal tepki vermeye özen gösterdi. DAEŞ’e karşı açıktan cephe almamaya, dolayısıyla da şiddeti ülkesinden uzak tutmaya çalıştı.
Ancak artık direnci kırıldı, sabrının sınırları zorlandı. Önce AB, ABD, PKK yakınlaşmasını kırmak, PYD’nin yayılmasını önlemek için müttefiklerine üslerini açtı, DAEŞ’e karşı da doğrudan operasyon yapmaya başladı. PYD’nin Fırat’ın Batısına geçme teşebbüslerine karşı çıktı. Uyarılarını ciddiye almayan Rusya’nın uçağını düşürdü. Bir kaç gün önce de tank ve askerlerini büyük bir olasılıklı yakında başlayacak Musul operasyonunda görev almak üzere Irak sınırlarının içine soktu.
***
Uçağın düşürülmesi bir yandan Türkiye’nin caydırıcılığını arttırırken, diğer yandan da başının Rusya ile belaya girmesine, ambargolara ve propaganda saldırılarına maruz kalmasına yol açtı. Çıkan kriz her ne kadar iyi yönetilse, Rus tarafı yatıştırılmaya çalışılsa da, tırmanma riski ne yazık ki mevcut. Askeri reaksiyon vermeyeceğini söyleyen Rusya’nın bir bahane bulmayacağının garantisi yok. Bölgeye getirdiği silah sistemlerine bakıldığında da zaten boş bulunmamamız gerektiği ortaya çıkıyor.
PYD de hem Viyana sürecinden dışlanmasından, hem de Fırat’ın batısına geçememesinden rahatsız. Açığı Rusya ile kapatmaya gayret ediyor. Rusya da, Amerika da PYD’ye karşı mesafeli. Ortak hareket ediyorlar ancak ortaklık kurmuyorlar. Askeri destek veriyorlar ama abartmıyorlar. PYD Rusya için kurmaya çalıştığı yeni Ortadoğu düzenin şimdilik asli bir parçası değil. ABD ve pek çok AB ülkesi için de PYD yine şimdilik kaydıyla DAEŞ’e karşı savaşın gönüllü askerleri olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.
Irak, yani Bağdat ise Türkiye’den rahatsız. O kadar ki lafı ciddiye alınması gereken önemli insanlar Kuzey Irak’taki Türk askerlerinin havadan vurulması gerektiğini bile söylüyor. Belli ki Bağdat Türkiye’nin askeri varlığını egemenlik haklarının ihlalinin ötesinde bir yerde görüyor. Siyaset diline yansıyan düşmanlık Türkiye için sadece Suriye’de değil Irak’ta da risk oluşturuyor. Sorunun içine ve derinliklerine çekilme tehdidini beraberinde getiriyor.
Tüm bunların ötesinde son bir kaç gündür Murat Yetkin’in Radikal’deki köşesinde dile getirdiği dar bir bölgeye sıkışan aşırı askeri yığılmanın ortaya çıkarttığı riskler de var. Unutmayalım ki, herkes görünürde IŞİD’e karşı savaşıyor olsa da stratejik hedefler farklı. Rusya bölgesel hegemonya derdinde. Fransa IŞİD’den intikam almak, İngiltere Fransa’dan ve Almanya’dan geri kalmamak, Almanya ise ortağı Fransa ile dayanışma göstermek istemekte. Böyle bir ortamda her an her şey olabilir, küçük bir kıvılcım dünyayı savaşa sürükleyebilir.
Rusya’nın Ukrayna müdahalesine ve bir kısmını ilhak etmesine gösterilen hoşgörü ve anlayış Suriye sorununda Moskova’nın daha atılgan davranmasına, istediği çözümü dayatmak için DAEŞ gerekçesiyle Suriye’deki varlığını pekiştirmesine yol açtı. Moskova İran, Irak, Suriye, Lübnan üstünden bir tür zimmi ittifaklar zinciri oluşturuyor. Washington ağaçlara baktığı için ormanı görmedi, Rusya yayılmacılığını ciddiye almadı. Fakat er ya da geç bakacak, baktığı zaman da gördüğünden hiç memnun olmayacak.
***
İşte tüm bu riskler yüzünden Türkiye’nin kendini her türlü olasılığa hazırlaması gerekiyor. Artık aidiyet üstünden maksimalist hedefler gütme devri bizim için kapandı. Bundan sonra bölge ve dünya dengelerindeki değişimleri çok iyi takip etmemiz, AB ve ABD ile bir süredir ihmal ettiğimiz ilişkilerimizi, onların her istediğini yapmadan ama beklentilerini karşılayarak ve sorunlarımızı çözme iradesi göstererek onarmamız şart.
Bunun en kestirme yolu da imajımızı tazelemekten geçiyor. İnsan haklarına saygıyı ön plana çıkartan bir reform süreci, İsrail’le diplomatik sorunların çözümü, Kürt sorununu önceleyen anlayışın yeniden canlanması, toplumsal siyasi tansiyonun düşürülmesi ve Can Dündar gibi ifade özgürlüğünün sembolü gazetecilerin serbest bırakılması bunların başında geliyor. Hepsi bizim için de gerekli, dünyayla iletişimimiz için de...