Şahan Gökbakar bu defa Celal karakteriyle güldürecek. Bu hafta vizyona giren Celal ile Ceren filminin başrol oyuncuları ve yönetmeni Şahan Gökbakar, Ezgi Mola, Togan Gökbakar ve Gökçen Gökcebağ ile konuştuk.
RECEP İvedik ile rekorlar kıran Şahan Gökbakar, Celal ile Ceren’de yepyeni bir karakterle karşımıza çıktı. Bir aşk komedisi yaptığını söyleyen Gökbakar, sinema yazarlarına da seslenmeyi unutmuyor: “Recep İvedik bitti sanmayın.” Filmde Ceren karakterini canlandıran Ezgi Mola ise ‘Şahan ile çalışmanın çok komik olduğunu’ söylüyor. Üç Recep İvedik filminin ardından Celal ile Ceren’in de yönetmeni olan Togan Gökbakar ise bu tür filmlerin fazla yönetmen dokunuşuna ihtiyacı olmadığından dem vuruyor....
-Celal ile Ceren yeni bir macera. Bu karakteri yaratırken sizi tetikleyen şey neydi?
Ş.G: Çocukluğumdan beri tanıştığımız bir grup kız arkadaşımla oturuyorduk. Yakın arkadaşlarından biri sevgilisinden ayrılmıştı ve çocuğu feci şekilde ‘gömüyorlardı’. Sevgi dolu melek gibi kızların bir anda canavara dönüştüğünü görünce “Ya siz hep böyle misiniz?” dedim. “Yani bazı konularda, genelde böyle oluyor” dediler. Çok hoşuma gitti ve Celal ile Ceren’in hikayesi çıktı. Zaten Recep İvedik üçlemesiyle sinema perdesinde izleyiciyle buluşuyordum. Yorulmuştum biraz. Farklı bir filmle beni sevenlerin karşısına çıkmayı arzuladım. Komik oldu, içime sindi. Böyle bir film yaptığım ve Ezgi’yle de beraber böyle bir performansı sergileme şansına eriştiğim için mutlu oldum.
BU BİR AŞK KOMEDİSİ
-Bu filmde Recep İvedikler’e göre roller daha dengeli dağılmış. Gökbakar’ın esprileri karşısında dengeyi yakalamaya çalışmak bir baskı oluşturdu mu?
E.M: Baskı unsuru oluşturmadı, çok eğlendim. Şahan’la oynamak acayip keyifli çünkü. Kolay Gelsin’de birlikte çalışmıştık.
-Siz bu projeye nasıl katıldınız?
G.G: Biz Şahan’la liseden beri arkadaşız ve çok şey paylaştık. Oyunculuk eğitimi için beş sene Amerika’da kaldım. “Şahan sen de bu arada ünlü olursun, döndüğümde beraber film yaparız” derdim. Sağ olsun böyle bir teklifle geldi. İngiliz komedilerinde, örneğin Notting Hill’de Hugh Grant’in yanında gördüğünüz yardımcı oyuncular gibi rolüm. Daha çok evde yaşayan, sosyal hayata pek giremeyen bir tip.
T.G: Kubilay karakterin adı. Bilgisayar manyağı bir çocuk. Metalci tişörtleri giyiyor. Akıllı ama çok da sosyal değil. Celal’e akıl veriyor ve komik olaylara sebep oluyor.
-Romantik komedi aslında çok tüketilen bir tür, Türk sinemasında da kendini göstermeye başladı. Ama sizin filminiz için komedi-romantik mi demeliyiz?
T.G: Aşk komedisi, konusu aşk olan bir komedi filmi diyebiliriz. Romantik-komedi filmlerinin “Ya bunlar kavuşsun” dediğin duygusal anları vardır. Filmimizde o duygusallıkta bir şey yok. Daha komik daha fazla kahkaha attığın ve sonunda tebessümle salondan çıkabileceğin bir film.
-Yeşilçam’ın trajikomik filmlerinden bugün absürd türdeki komedilere geldik. Komedinizi siz nereye koyuyorsunuz?
Ş.G: Valla ben içimden geleni yapıyorum. Ben neye gülüyorsam onu üretiyor beynim. Bana komik gelen şey hem yaşıtlarıma, hem daha ufaklara, hem de daha büyüklere komik geliyormuş demek ki bu kadar insan gitti o filmlere.
E.M: Şahan’ın komedisi günümüzün stilini taşıyor.
Ş.G: Daha basit hikayeler ve konular üzerinden yaptığım bir komedi var. Şener Şen, Kemal Sunal, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Nejat Uygur, Halit Akçatepe, Sadri Alışıklar’ı izleyerek büyüdük. Komedi sineması adına zaten çok yetenekli aktörlerin olduğu bir sinemamız var geçmişimizde de. Aslında ben ufağım. Mevcut komedyenler arasındaki en ufak benimdir. Ata Demirer galiba bana yaş olarak en yakın, Sekiz, on yıllık bir süre var diğer komedyenlerle aramda. Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın Deliler tiyatro kumpanyalarının videolarını izlerdik evde. Benim ilk güldüğüm şeyler bunlar olduğu için buralardan yola çıkmışım. Onlardan çok da uzak bir şey yaptığımı düşünmüyorum... Komedi filmi yapıyorum adı üstünde, insanlar gitsin bir para versinler onun karşılığında da gülmeyi beklesinler, ben de onları güldüreyim, çıktıklarında da “Abi çok güldük” desin. Ben tamamen bu amaçtayım.
-İkinci bir fenomen karakter yaratmaya mı çalışıyorsunuz?
Ş.G: Recep İvedikler’i yaparken de çok eğleniyorum, onun üzerine bir karakter yaratmaya çabalamıyorum. Recep İvedik filmleri yapmaya devam edeceğim zaten. Dört, beş, on, 15... Allah ömür verdiği sürece. O yüzden sakın sinema yazarları “Oh değişik bir şeye geçti” diye sevinmesin çünkü daha ağır şekilde geri döneceğim...
-Peter Sellers Pembe Panter’i çektikten sonra ne yaparsa yapsın ondan kurtulamadı. Recep İvedik de sizinle özdeşleşti mi?
Ş.G: Peter Seller yaptığı Pink Panther serilerinden aslında keyfi almıyor. Son döneminde sadece Being There filmini yapmaya çalışıyor. Komedyenlerin bence içine en rahat düşebileceği tuzaklardan biri belli bir yerden sonra artık komik olmaktan rahatsız olmak, daha entel bir şey yapma çabası. Dr. Stranglove daha kara komediydi, onlara da çok gülmüştük. Ama Pink Panther’la alakası olmayan bir tarz.
GÜLMEYE İHTİYAÇ VAR
-Cem Yılmaz’ın CM101MMXI Fundamentals’i sonrası seyircinin “Artık daha fazla sinemaya değil daha çok komediye muhtaç” olduğunu düşündüm. Siz de katılıyor musunuz?
E.M: Evet, insanlar gülmeye ihtiyaç duyuyor. Belki şov izlemeyen ya da izleyen sinemada da izleyip biraz daha gülmek istiyor bence.
Ş.G: Her komedyenin kendine ait bir lezzeti olduğunu düşünüyorum. Ben kendi lezzetimi ve komedimi sergilediğim filmler yapıyorum ama diğer komedyen arkadaşlar başka projeler yapıyor. Yeni komedyen ve senaristler de çıkması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de bu sektörün önünün çok açık olduğunu ve rakamların önümüzdeki 10 sene içerisinde şaşırtıcı derecede büyüyeceğini düşünüyorum. Belki de Recep İvedik 1’i çektiğim zaman 35 milyonluk sinema seyircisi vardı, sırf benim filmime gelen bunun yüzde 14’üydü.
POPÜLER FİLM HASILATLARI SANAT FİLMİNE FON OLUYOR
-Emin Alper’in Tepenin Ardı filmi sinema olarak başarılı olsa da vizyona yedi kopya girebildi. Siz popüler film üretiyorsunuz ve her zaman çok seyrediliyor.
Ş.G: Söylediğiniz filmi ben duymadım, izlemedim, gerçekten bilmediğim bir film hakkında da yorum yapamam. Neden yedi kopya girdiğini düşünmek lazım.
-20 kopya çıktı ama yedi salon bulunabildi.
Ş.G: Sinema salonlarını bakkal rafı gibi düşünün, herkes oraya ürününü koyuyor. İçeriye de müşteriler gelip “Ben şunu istiyorum, şunu istiyorum” diyor. Bakkal sahibi de hiç kimsenin rağbet etmediği ürünü raftan kaldırıyor. Onunki galiba sanat sinemasına hitap eden film. Ferzan Özpetek de Nuri Bilge Ceylan da yaşıyor bu problemi. Cannes’da ödül alıyor ama burada 8 bin kişi izliyor. “Komedi filmleri o kadar fazla ki sanat ağırlıklı filmler yer bulamıyor, tu kakadır popüler kültür” demem. Çünkü bir nevi o popüler kültür filmlerinin topladığı hasılattan kesilen Kültür Bakanlığı payı dağıtılıyor öbür sanat filmlerine. Birçok insan başvuruyor ve filmi için oradan fon alıyor. Aslında devlet o destekleyen mekanizmayı kurmaya çalışmış. Zaten bu filmleri yapan yönetmen arkadaşımın bir gişe beklentisi olduğunu düşünmüyorum. Onların daha ödüle, festivallere yönelik işler yaptıklarını düşünüyorum. Beklentilerinin, aldıkları hazzın o olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla “Hem o tarz bir film yaptım hem de niye bunu insanlar izlemedi, niye sinemacı buna yer vermedi” bakış açısı doğru değil.
HEM GÜLDÜM HEM OYNAMAK İSTEDİM
-Filmde bir besteniz de var...
Ş.G: Filmin son jeneriğinde çalan şarkıyı ben yaptım.
-Daha önce böyle bir denemeniz yoktu!
Ş.G: Yoktu. Zaten çok açıklanmasını istemem.
Keşke farketmeseydiniz.
ASLINDA BEN UFAĞIM
-Çok seyredilse de eleştirilen bir karakterdi Recep İvedik. Özellikle kadınlara tavırları anlamında tartışıldı. Celal ile Ceren’in senaryosu önünüze geldiğinde bunu düşündünüz mü?
E.M: Ben Recep İvedik’te güldüm. Bu filme dönersek, bana hikaye anlatılınca hem güldüm hem de oynamak istedim. Çünkü filmdeki hikayenin bütünlüğü de ilişkileri de hoşuma gitti. Şahan’la oynamak da beni çok heyecanlandıracaktı.