Tahmin edeceğiniz üzere Çanakkale’den bahsedeceğim bu hafta ancak bu öyle kolay değil, zira öyle günlerden geçiyoruz ki ne kutsal kaldı, ne değer, ne de başka bir şey. Varsa yoksa zıpırlık. Artık iyice ‘sulu zırtlak’ hale gelen tuhaf savaş, bir tarafın ‘süreci ve milleti’ okuyamamasından ötürü daha da ‘parodi’ haline geldi. Parodi diyorum, zira bu gidişin iyi hallere gebe olduğunu düşünüyorum. Yazmıştım da. Zira, aslına dönen bir millet yeniden tarih sahnesine, yine bir ‘Çanakkale ruhu’ ile çıkıyor. Milletin asli dinamikleri, artık içi boşaltılan ‘hamaset’ ile değil, içinde ‘ruh’ barındıran ‘hamasi eserlerle’ hareket ediyor ve 2023’e doğru yürüyor. Kimilerince bu hareket bir ‘hakaret’ olarak da algılanabilir, hani ‘bana sormadan ne yapıyorsun’ serseriliği de artık sökmüyor ya. Zira, ‘dışarıdan ve içeriden mütevellit’ bu güruh, o zamanlar Osmanlı’yı ‘hasta adam’ olarak görüp saldırılarını şiddetlendirmişlerdi Çanakkale taarruzu ile; şimdi ise aynı ‘oyuncular’ ne yapsalar bir türlü ‘hasta’ edemedikleri millete topyekün savaş açtı. Tarihin evrak odalarından ‘ders’ alamadıkları ve hep kendi ‘egosantrik’ sularına bakıp kibirli suratlarını gördüklerinden olsa gerek, şeddeli bir tekerrür ile karşı karşıya kalacaklarını bir türlü öğrenemediler.
Onların da artık öğrenmesi, bizim de bir kez daha hatırlamamız gereken şey ‘Çanakkale ruhu’ndan başka bir şey değil aslında. O ruh, ülke doğudan batıdan, uzak topraklardan, okyanuslardan kuşatıldığında; farklı paralel ve meridyenlerden sanki evin sahibiymiş gibi gelinip vatana göz koyulduğunda; bu güneş bir daha doğmaz zannedip ‘hasta adam’ artık ölmeli dendiğinde; itilafta bir olup, düşman olup millete kastedildiğinde ortaya çıkar. O ruh, istediğiniz kadar teknolojik imkanınız olsa da, dilediğiniz kadar silahınız, topunuz, tüfeğiniz olsa da, dilediğiniz kadar hurafeler, tevatürler, yalanlar, dolanlar üretseniz de ve istediğiniz kadar çok kuvvetle gelseniz de ortaya çıkan şeydir. Lafın tam da burasında, Çanakkale ruhunda ‘okumamız’ gereken üç önemli şeyi söylemem lazım. Maneviyat. Ruhu ölümsüzlüğe yükselten şehadet. Kainata meydan okuyacak hakiki argüman olan iman. İşte, iç içe geçmiş ve birbirine sıkıca bağlı bu üç kavramdan ibarettir Çanakkale ruhu. Bu ruh, bir bayrak altında toplanıp ona sahip çıkmak ve onunla beraber yükselmektir. Bu ruh, attığın çığlığın başka bir alemde duyulmasıdır. Bu ruh, kardeşliktir. Çanakkale ruhu Türkiye’nin özetidir. İşte, o zamanlar bu ‘ruh trenine’ binip Yemen’den, Denizli’den, Erzincan’dan, İstanbul’dan, Diyarbakır’dan, Bosna’dan, Musul’dan, Mardin’den, Üsküp’ten, Kudüs’ten kalkıp gelenler Çanakkale’dir. Bir de demeden geçmemek lazım, manidar olan başka bir şey daha var ki, o da Çanakkale Savaşı’nda, ‘batı plakalı heyüla dolmuşuyla’ gelip karşı cephede yer alarak bize karşı savaşan kıbledaşların da olmasıdır. Sözün kısası bazılarının da diğerlerinin de bir türlü anlayamadıkları, belki de kabullenemedikleri şey işte bu ‘ruh’. Öyle çağırılınca gelen veya istediğin gibi yönetebileceğin, kaldırabileceğin bir şey değil. Bu millet, 2023’e çoktan odaklandı ve tekrar Çanakkale ruhuyla boyanmaya başladı. Bu boya da bu milletten asla çıkmaz.
İkinci Çanakkale
Toprağa eğilmiş başım
Gözümden akıyor yaşım,
Bir gözüm ağlıyor, gülüyor öbürü,
Bilmiyorum ben, diri miyim ya ölü.
Dost diye sarılmış düşmanın varı,
Başıma yağıyor dünyanın karı
Sen uyanmadın mı?
Hiç, hiç duymadın mı?
Burda artık savaş başlamış.
Bomba yok, beyinler patlamış.
Bu savaş, en son savaş,
Sürüyor yavaş-yavaş.
Gizli-gizli,
Ölüm izli,
Kan da yok, ceset de yok,
Hudut da, cephe de yok.
Onurlar, gururlar,
Ben benim diyenler,
Kaya gibi duranlar
Köle gibi ölüyorlar
Ey davulcu! Davulcuuuu!!!
Bağırsana!
Casuslar girmiş beyinlerimize!
Dolaşsana, aile aile!
Başlamış biraz önce, ikinci Çanakkale!
İkinci Çanakkale!
Oraz Yağmur