Diego golü atana kadar G.Saray’ın durumu şuydu... Rakip cezaalanına geçmeden, pozisyon üretmeden, tehlike yaratmadan ve hatta (isabetsiz olsa da razıyım) tek şut bile atmadan-atamadan vakit öldürmek!
“Yenilmeyeyim de ne olursa olsun” anlayışı, aslında onlara yenilgiyi pazarlıyordu. Ense yaparak rakipten kim kurtulmuş da, Galatasaray aradan sıyrılsın...
***
Rakip ceza alanının dibine kadar sokulup, 4 ayrı pozisyonda topu en gerideki kalecisine geri pas yaptırarak ulaştıran bir takım, korkusunu bu kadar açık ve sıkılmadan belli eder mi?
İşin tuhafı; Galatasaray golü yedikten sonra bile, acınası tavırlarını düzeltmiş değildi. Sıfır etkinlikte koca devreyi devirdi.
Tamam, sarı-kırmızılılar yenilginin olası tüm şartlarını rakibinin önüne paspas gibi seriyorlardı ama; golün ince ayar ofsayt olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Teknolojinin Piero mucizesi; ne kadar hassas olursa olsun, tüm ofsaytları ya da olmayanları milimetrik hassasiyetle tespit edebiliyor. Diego’nun golündeki ofsayt da; belki Piero ölçümü gerektiriyor ama, dikkatli açık gözler bile pekala durum tespiti yapabildi. Gol, başka hakemlerin elinde iptal edilebilirdi. Üstelik G.Saray’ın, Burak’ın pozisyonunda bir penaltısı da verilmedi.
***
Sarı-kırmızılılar; ilk yarının aklıyla bu işin üstesinden gelemeyeceğini anlamış bir revizyonla, ikinci yarıya çıktı. Uzunca bir süre belirgin bir etkinlik sağlayamadı ama, maçı sonu yaklaştıkça mecburen baskısını artırdı. Beraberliği yakalaması haklı olduğunu göstermez. İlk yarıda feciydiler.
Rakibinden korkmakla cesurca direnmek arasındaki farkın ölçüsünü kaçırdılar.