"Tepeden bakmacı" yaklaşımlar bu toplumun her zaman en büyük sorunu olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri var olan ve toplumun bir kesimini ötekileştirmeye odaklı bu yaklaşım bugün de devam ediyor. Üstelik geçmişte olduğu gibi bugün de büyük yaralar açmaya devam ederek...
Cumhuriyetle kurulan laik zihniyet her zaman toplumun asli değerlerini küçümseme üzerine kurulmuştur. Bu zihniyette din ve aile küçümsenen ve hatta yok edilmeye çalışılan değerlerin başında gelmektedir. Gücünü ülkedeki jakoben soldan ve sekülerlerden alan bu zihniyet bu iki kavramı dejenere etmek hatta yok etmek için en büyük silah olarak sinemayı kullandı.
Yeşilçam'da çekilen filmlerde ne zaman bir Müslüman karakter oynayacak olsa hep cahil, zorba, fakir olarak gösterildi. Dini değerlere hakaretler edilerek dindarlar aşağılandı.
Keza aile de laik zihniyetin tepeden bakmacı politikalarından nasibini aldı. Filmlerde gayri meşru ilişkiler özendirilerek düzgün hayat yaşayan aileler hep hizmetçi ve alt sınıf olarak tasvir edildi.
Toplum tarafından bu jakoben uygulamaların kabul edilemeyeceğini defalarca gören bu zihniyet bir türlü uslanmak ve akıllanmak bilmiyor. Fırsatını bulduğu anda toplum değerlerini aşağılayıcı eylem ve söylemlerden geri kalmıyor.
Batı kaynaklı dijital platformların çokluğu ve bu platformların içeriklerinin tamamıyla toplumu ifsat edici programlardan oluşması bu zihniyetin iştahını kabartıyor. Bu iştahla geçmişte Yeşilçam marifetiyle yapılan ötekileştirme ve dışlama hatta dönüştürme bugünlerde televizyon dizileriyle yapılıyor.
Dizilerin hayatımızda nasıl bir erozyona sebep olduğunu fark etmeden her gün biraz daha bağımlı biraz daha problemli hâle geliyoruz. Ne yazık ki izlediğimiz dizilerin bizden götürdükleri, getirdiklerinden fazla. Gitgide yozlaşan ve değerlerini yitiren bir toplum olduk.
Her türlü ahlaksızlığın işlendiği diziler bizi geleneklerimizden, aile yapımızdan uzaklaştırmakta. Şiddet ve şehvet unsurunun sıkça kullanıldığı dizileri her yaştan insan izliyor ve toplum olarak buna karşı duyarlılığımızı yitirmiş haldeyiz.
Başından beri ifade etmeye çalıştığımız bu zihniyetin hortlamış versiyonu bugünlerde "Kızılcık Şerbeti" dizisinde peyda oluyor. Bu diziyi izlediğinizde senaryonun, tamamen İslam dinine hakaret gayesi merkeze alınarak hazırlandığını görebiliyorsunuz. Dizide İslamiyet'te yeri olmayan şeyleri var gibi gösterip tamamen karalama hedeflenmekte.
Dizide seküler bir ailenin kızıyla, muhafazakâr bir ailenin oğlu arasında yaşanan aşk anlatılıyor. Dizinin başkarakteri olan Kıvılcım isimli seküler karakter her fırsatta muhafazakâr yaşamı aşağılamaktan ve ötekileştirmekten geri kalmıyor.
Dizide Kıvılcım karakteri aracılığıyla geçmişte kaldığını düşündüğümüz zihniyetin kahramanları adeta hortlatılmaya çalışılıyor.
Öyle zannediyoruz ki "Ama zaten kötü karakter olarak gösteriliyor, Müslüman aile ise ahlaklı ve mazlum olarak gösteriliyor." diyecekler vardır. Biz de bu zihniyetin hangi karaktere bürünürse bürünsün zaten "kötü" olduğunu biliyor ve söylüyoruz. "Hiçbir şeyi güzel yapamayan" İstanbul'un Belediye Başkanı göreve gelir gelmez metro istasyonlarının, başı kapalı kişilerin geri hizmette, başı açık kişilerin ise üst düzey yönetici rolünde olduğu afişlerle süslendiğini hatırlayalım.
Amaç aynı... Algı oluşturmak..!
Özellikle son yıllarda yapılan yasalarla toplumun gündeminden çıkmış olan başörtüsü konusunun bir dizi marifetiyle yeniden gündeme getirilmesini anlayabilmek mümkün değil.
Anlaşılan o ki bu zihniyet her ne kadar can çekişse de asla ölmeyecek. Fırsatını bulduğunda genetik kodlarında yatan din düşmanlığını sergilemekten geri kalmayacak.
Birileri tarafından sözde empati bahanesiyle, mazinin tozlu raflarında kalmış konuların temcit pilavı gibi yeniden ısıtıp gündeme getirilmesine toplumun ihtiyacı yok.
Bugünler ayrışmanın ve ötekileşmenin değil bir ve birlik olmanın zamanıdır.
Dünyanın büyük buhranların eşiğinde olduğu şu zaman diliminde geçmişin ölü zihniyetine değil geleceği inşa edecek yeni fikirlere ihtiyaç var.