Araya başka konular girdi ve bu nedenden Sayın Bakan Faruk Çelik’in geçtiğimiz günlerde istihdama ilişkin yaptığı çok önemli bir açıklamanın yorumuna bir türlü giremedim.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik Türkiye sanayisinin yüz bin kişilik bir istihdam talebinin olduğunu ama bu talebe cevap veren bir işgücü arzının olmadığını dile getirdi.
Başka bir ifadeyle, yüz bin kişilik iş var ama çalışmak için başvuran ya da daha doğrusu işe alınan, işe giren yok.
Bilmem siz okurlar sayın Bakan’ın bu açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz ama bendeniz bu Pazar Eğitim yazısında bu ilginç meseleyi eğitim sektörümüzün bir dalı üzerinden kendimce açıklamak istiyorum.
Sayın Bakan duruma bakıp muhtemelen işsizlik olgusunun sanıldığı kadar ağır olmadığını vurgulamak istemiş olabilir, başkaları da vatandaşın tembelliğinden dem vurabilir, daha farklı yorumlar da mümkün ama ortada açık yüz bin iş var, kimse bu işlerde çalış(a)mıyor, işin özü bu.
Yüz bin işin niteliklerini, nasıl bir beceri düzeyi gerektirdiklerini tek tek bilemiyorum ama basından izleyebildiğim kadarıyla söz konusu işler ara kademe olarak adlandırılan beceri düzeyi gerektiren işler.
Yine başka bir ifadeyle, bu işler mühendislere göre tam değil, bu işlerde mühendisler kendilerini aşırı nitelikli buluyorlar ama aynı zamanda aynı işler “ne iş olursa yaparım abi” seviyesinin üzerinde bir beceri düzeyi de istiyor; meslek okulları mezunları muhtemelen bu işler için biçilmiş kaftan gibi gözüküyorlar (!!!).
Ancak, çok sayıda işsiz meslek okulu mezunumuz var ama anlaşılan bu işlere meslek öğretiminden geçenleri de almamışlar; işverenler için meslek lisesi, iki ya da dört senelik meslek yüksekokullarından mezun olanlar bile yetersiz.
Karşımızda çok tipik, boyutları çok belli bir sorun var.
Bu yüz bin kişilik açık işlerde işverenin istihdam etmek isteyeceği kişilerden beklediği, umduğu beceri düzeyi ile işe başvuranların beceri arzları, çok büyük bölümü meslek okulu mezunlarıdırlar, uyuşmuyor.
İşverenin beceri talebi ile işgücünün beceri düzeyi uyumsuz.
Bu durumun da temel sorumlusu, kanımca, meslek okullarının tümünün eğitim süreçlerinde gençlere verdikleri, aşıladıkları beceri düzeyinin piyasanın taleplerini karşılamakta yetersiz kalması, verilen beceri ile talep edilen beceri arasında büyük bir zamansal gecikmenin olması.
Bu mesele de meslek okullarını daha nitelikli kılarak, üretilen beceri düzeyini daha yukarı çekerek çözümlenebilecek bir mesele hiç değil galiba.
Önümüzdeki senelerde bu mesele daha da akut hale gelecek, işsizlik oranı ile açık bekleyen işler sayısı beraber yükselecekler, bir yandan mesleki eğitim almış gençler iş isteyecekler, öte yandan işverenler işçi talep edecekler ama bu arz ile talep bir türlü buluşamayacak.
Mesleki eğitim denen meselede bugün olduğu haliyle ısrarcı olursak meselenin çözümü de olanaksız gözüküyor.
Üniversitelere, yüksekokullara bağlı meslek okullarının üretecekleri işgücünün beceri düzeyinin sanayinin dev adımlarla ilerleyen teknolojik gelişmesine cevap verebilmesi olanaksız.
Bir işverenin hangi vasıflara sahip bir eleman istihdam etmek isteyeceğini ancak kendisi bilebilecek, çok temel ve genel bir formasyondan geçmiş kişileri, özel bir beceri düzeyi istemeden aynı işveren işe alacak, işin gereklerini de yine bizzat kendisi öğretecek.
Meslek okulu denen kurumların piyasadaki teknolojik gelişmeyi pratik anlamda gençlere öğretmesi ve gençlerin de piyasaya çıktıktan sonra bu beceriyi üretime uygulamaları büyük bir hayal zira gerçlere okullarda öğretilen mesleki becerilerle piyasanın o gün talep ettiği beceri düzeyi arasında daima en azından on sene, yirmi sene gibi bir fark olacak.
Meslek eğitimini biz hala okullara bırakır isek, yanlış anlaşılmasın staj da demode bir kavram, gelecek senelerde iş dünyasının istihdam edecek adam bulamadığı işgücü talebi bugün olduğu gibi yüz bin olmaz, milyonlarla ifade edilir, işsizler de bu işlere asla kabul edilemezler.
Sektörler dil bilen, bu kadarı bile yeter, gençleri işe alacak ve meslek yatırımını kendisi yapacak.
Çıraklık kavramı daha modern bir çerçevede geri dönüyor.