Şüphesiz bu soruyu sadece Kürtler’e ve onları temsil eden partilere sorarak gerçekçi bir cevap almak mümkün değil.
Kürdistan gerçeği veya Ortadoğu’da Kürdistan adıyla bir devletin kurulması, iki yüzyıldır, sadece Kürtlerin isteği ve milletlerin kendi kaderini tayin etme bağlamında hatırlanan ve tartışılan bir mesele olmadı hiç.
Kürtler’in üstünde yaşadığı coğrafya ister kabul edin ister etmeyin, yeryüzünün en sorunlu ve en tartışmalı coğrafyası. Vaktiyle cetvelle çizilen sınırları, etnik ve dini çeşitliliği ve barındırdığı enerji potansiyeli itibariyle kimsenin tek başına egemenlik kurabileceği bir coğrafya değil bu.
Kürt meselesi, son iki yüzyıl boyunca çok aktörlü, çok devletli bir soruna dönüştü ve bugün aklı başında hiç kimse, her devlet için aynı çözüm modelinin geçerli olacağını düşünmüyor.
Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da bambaşka siyasi süreçler söz konusudur ve bu farklılık, Kürt meselesinde irredantalist politikaları imkansız hale getiriyor.
Yani Mesut Barzani’nin söylediğinin tersine Kürtler, bir ulus-devlet veya Kürdistan devleti kurmaya veya ilan etmeye bugün için en azından pek de yakın sayılmazlar.
Kürt partilerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve farklı siyasi programlara, farklı siyasi kodlara ve ideolojilere sahip olması bir sorun. Bu aşılabilir diyelim ama şüphesiz bir Kürdistan kurulmasının önünde başka ciddi sebepler ve faktörler de vardır.
Ortadoğu’da bir Kürdistan demek, dört ülkenin sınırlarıyla oynamak demektir ve sınırların hala korunduğu ve önemli olduğu bu coğrafyada devletler arasındaki sınırlarla oynamak o kadar kolay değildir.
Amerika Irak’ta bir Kürt federal statüsüne razı oldu ama bu statünün bağımsız ve modern bir ordusunun olmasını hiç istemedi. Ve DAİŞ bir sabah Erbil’in kapısına dayandığında Mesut Barzani’nin aradığı ilk isim bir Amerikalı’ydı... İşte Kürtler yine zordaydı ve kurtarıcı olacak ülke Amerika’ydı.
Dolayısıyla, ABD ve PYD arasındaki ilişkileri, Amerika’nın Ortadoğu’da bir Kürdistan kurma amacıyla izah etmenin içinde bulunduğumuz konjonktürün gerçeklikleriyle bağdaşır bir yanı yok.
Joe Biden, İstanbul’da milletvekilleriyle bir araya geldiği toplantıda, ABD’nin şimdilik muhayyel olan bir Kürdistan devletinin kurulması konusuna, Kürtler’in daha gerçekçi yaklaştıklarını ifade etti ve şöyle devam etti:
‘Kürtler’in gönlünden geçmiyor değil ama Kürtler Kürdistan fikrine bugün daha gerçekçi yaklaşıyorlar.’
O halde PYD ve ABD arasındaki ilişkilerin başka sebepleri üzerinde durmak gerekiyor.
Birincisi, PYD’nin DAİŞ’e karşı mücadelede karasal güç olarak görülmesi.. ABD ve PYD arasındaki ilişkilerde bunun çok belirleyici olduğu görülüyor.
İkincisi Amerika dahil, Batı’nın Kürtler’i dağ ve silah metaforu üzerinden değerlendirmesi.
O metafor bilindiği gibi şu basit ama oryantalist mantıkla işliyor:
‘Kürtler’in dağlardan başka dostu yok.’ Bu cümle Naom Çomski’nin verdiği söyleşilerde hep kullanılan bir cümle.. Kürtler’i elde silah sırtını dağlara dayamış bir halk olarak görmek sorunlu bir bakış açısı. Şimdi de Kürtler’i çöllerde ve DAİŞ’e karşı elde silah, yegane karasal güç olarak görmek, tarihin kaydettiği en büyük haksızlıklardan biri, neo-oryantalizmin yeni bakış açısı olabilir mi diye de düşünmek lazım.
Bir not: Joe Biden’la yaptığımız toplantıya MHP’den Oktay Vural da davetliydi ama katılmadı, kendi bileceği iş, bir şey denemez. Ama sonrasında yaptığı açıklamada, toplantıya katılanların düşük profili nedeniyle katılmadığını ifade etmesi çok üzücü.. Valla ben Türk milliyetçiliğinin tarihi ve siyasal söylemi üzerine yıllardır okuyor ve yazıyorum, bu literatür içinde Oktay Vural adında yüksek profilli bir Türk milliyetçisine rastlamadım.