1 Kasım seçim sonuçlarının Türkiye’nin kendi iç dengelerini kurmak için verdiği eşsiz fırsatlar, gerek iç sorunlar, gerekse bölgesel çatışma alanlarının hızla derinleşmesi yüzünden bir türlü istenen rahatlamayı getirmiyor.
Rusya’daki siyasi akıl, Türkiye’nin bizzat ABD eliyle kendisine karşı kullanıldığını ve uçak krizi dahil tüm sorunların temelinde bu oyunun olduğunu düşünüyor. Bir başka açıdan görmek gerekirse, mevcut yönetimin böyle bir komplo teorisine ihtiyacı var ve açıkçası bunu kendi iç kamuoyunda sonuna kadar kullanma niyetinde.
Sovyetler Birliği’nin uçsuz bucaksız coğrafyasında, savunma hattını binlerce kilometre ötelerde kurma imkanına sahip olan Moskova; bugün yeniden hamle yaparak en azından daha geniş alanlarda nefes almanın hesabını yapıyor. Nitekim Ukrayna krizini tırmandırarak, bir anlamda bıçak nerede kemiğe dayanır mesajını Batı ittifakına verdi. Ukrayna’da elde ettiği kazanım, Moskova’yı bu tehditlere karşı koruyacak bir manevra alanı mı yarattı; yoksa çatışmayı daha da mı sertleştirdi? Galiba herkesin bu konuda aceleci cevapları var ve bunların hızla geçerliliğini yitireceğini düşünüyorum.
Bu büyük krizlerin ve oluşturduğu yeni sorunların doğrudan ilgilendirdiği ve etkilediği bir ülke olarak Türkiye, bir yandan etrafındaki ateş çemberini kendisine sıçratmamak için çabalıyor. Öte yandan zaten 30 yıldır boğuştuğu terör belasını hem etkisiz hale getirmek, hem de kendisine karşı kullanılacak bir araç olmaktan çıkarmak için mücadele ediyor.
Böyle bir tarif doğruysa ve kelimenin tam anlamıyla varoluş mücadelesi veriyorsak, burada siyasetin alışageldiğimiz muhalefet yaklaşımından çıkıp farklı bir zeminde söylem geliştirmesi gerekiyor. Terör örgütünün siyasi kanadının, yeni söylem bir yana, gidip Moskova’da masaya oturması, kendisi farkında olsun ya da olmasın bu saatten sonra meşru zeminlerde siyaset yapabilme imkanını yok eden bir süreci başlattı. Kimse bunun hayırlı bir gelişme olduğunu söyleyemez. Ama kimse de ülkenin kanına ekmek doğrayan bir yaklaşıma olumlu bakamaz.
CHP açısından bir milletvekilinin HDP’nin tavrından daha ağır olan yaklaşımı ciddi bir sınavdı. Ne yazık ki Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir durumda gereğini yapmak bir yana, akıl almaz bir yaklaşımla milletvekilini korumaya ve bunu Cumhurbaşkanına yönelik bir saldırının malzemesi yapmaya kalkıştı. Az önce tarif etmeye çalıştığımız tabloda CHP’nin bu yaklaşımıyla ne yeni bir söylem, ne de Türkiye’nin elini güçlendirecek bir hamle beklenebilir.
MHP’nin bu duruşlardan çok daha farklı bir yerde olduğunu, sözkonusu olan dış politika ve milli çıkarlar olduğunda her türlü çekişmeyi bir kenara bırakabildiğini pek çok örnekte gördük. Bu söylemlerini ifade ederken ortala çıkan bazı ‘iç politika’ yaklaşımları görmezden gelinebilirse, MHP liderliğinin, elbette tabanıyla da uyumlu bir şekilde sürece olan katkısını daha sahici hale getirmek mümkün.
Türkiye’nin büyük denklemdeki yeri ve önemi üzerine daha fazla kafa yormak gerekiyor. Bu da iktidar partisinin yanı sıra farklı siyasi anlayış ve yaklaşımların katkısını zorunlu kılıyor. Çok sade ve belki kabaca ifade etmek gerekirse, Ankara ve Moskova arasındaki her ciddi kriz, mutlaka büyük bir dönüşümün ve değişimin yansımasıdır. Böyle bakınca, iç dengelerde daha fazla desteğe, kuşatıcı bir söyleme ihtiyaç var. Bunu da sadece siyaseten değil, hemen tüm alanlarda sağlamak gerekiyor.