Arap diktatörler ve krallar Osmanlı sonrası Ortadoğu’da Batı ve İsrail için önemli hizmetler gördüler. Ortadoğu tarihi çalışan herkes bilir ki bu bölgede sosyoloji ve siyaset bilgisi çok az işe yarar. İngiliz-Amerikan icadı olan Ortadoğu’da çoğu zaman kralları ve diktatörleri başka devletler veya onların işbirlikçileri belirlemiştir.
Soğuk Savaş sonrasında Batı ve İsrail için bölgenin en büyük sorunu ise eski rejimlerle yola devam edebilmenin imkânsızlığıdır. Diktatörler ve krallar ya gönüllü olarak değişeceklerdir ya da zorla değiştirileceklerdir. Çünkü kalabalıklaşan ve kontrolü imkânsızlaşan halkları mevcut yapılarla tutabilmek artık mümkün değildir.
İsrail ve 1990’larda yükselen Siyonist Amerikalı siyasi gruplar açısından bakıldığında Ortadoğu’ya yeni bir düzen verilememesi durumunda Batı ve İsrail karşıtı İslamcılık işbaşına gelecektir ve bu durumda Ortadoğu tamamen kontrolden çıkacaktır.
11 Eylül sonrasında Irak’a giren ABD burada merkezkaç kuvvetleri desteklerken, ülkeyi bir arada tutan unsurları paramparça etmiştir. Böylece dünyanın en laik ve terörden en çok arınmış olan ülkesi din ve etnisite temelli çatışmaların ve terörün merkezi haline gelmiştir. İsrail ve Siyonist Amerikalı gruplara göre Arap dünyasının Almanyası sayılan Irak’ın parçalanması ve zayıflatılmasının ardından diğer hedefler Suriye ve İran olmalıdır. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’u bu ülkelere saldırmaktan alıkoyan ise Irak’taki kayıpların fazlalığı olmuştur.
***
Bush sonrasında Amerika’nın Ortadoğu politikalarında ekonomik kayıplar önemli bir belirleyici olmuştur. Ayrıca Obama felsefesi de ABD derin devleti için önemli bir engelleyicidir. Ancak ABD’nin bölgesel dış politikasında değişmezleri vardır. Bunların başında ise bölgenin eski rejimlerle ve liderlerle (hatta eski sınırlarla) devam edemeyeceği tespitidir.
Bu bağlamda Arap Baharı, daha ilk günden ifade ettiğimiz üzere, doğal bir halk ayaklanmasından ziyade Arap rejimlerinin kontrollü olarak patlatılmasıdır. Diktatörleri koruyan kalkanlar birer birer ortadan kalkınca, halkın biriken tepkisi önündeki setler de kendiliğinden yıkılmıştır ve tabansız rejimler halkın haklı tepkisi altında ezilmişlerdir. Başka bir deyişle daha ilk günden itibaren işin içinde iş vardır. Arap Baharı ilerledikçe, manipülasyonlar süreci sıkı bir şekilde belli bir istikamete doğru yönlendirmiştir.
***
ABD Başkanı’nın gerçek niyetleri ne olursa olsun, ABD politikalarını belirleyen Kongre aktörleri, güçlü medya grupları, lobi şirketleri, İsrailci bürokrasi ve İsrail’in bölgeye dönük planları daha çok İslam dünyasında kontrollü ama büyük bir iç savaşı yeğlemektedir.
Bu aktörler 3 fark üzerinden iç savaşı kurgulamaktadırlar: 1) Seküler-Dindar kutuplaşması, 2) Mezhep farkları ve 3) Etnik gerilimler. Böylece, Irak Savaşı ile başlayan süreç Suriye, Lübnan, Mısır ve diğerleri olarak devam ettirilmek istenmektedir. İç savaş stratejisi hem ülkelerin içinde, hem ülkeler arasında, hem de hepsini aşkın bir şekilde tüm İslam âleminde kurgulanmaktadır.
Ne yazık ki Türkiye de bu resmin dışında değildir. Daha 2011 yılında yazmışım, “Türkiye Suriye ve İran’la savaştırılarak İsrail rahatlatılmak isteniyor” diye. Yine olayların başladığı o günlerde Ortadoğu’da büyük bir mezhep savaşı tehlikesine de dikkat çekmişim. Ve yine Türkiye’de de Sünni-Alevi iç savaşı çıkartılmak istendiğini defalarca yazmışım.
Bu süreçte belki de Türkiye’nin en ölümcül hatası Arap Baharı’nı saf demokratikleşme süreci olarak görmesi olmuştur...