Hiç amasız şunu söylemeliyiz, şayet bal tutup parmağını yalayan varsa, bizden değildir.
Konumlarının sağladığı avantajları nakte çevirenler haramzadedirler. Hepimizin hakkını yemişlerdir. Helal etmeyiz!
Aynı zamanda mevcut konumlarının, sorumluluk ve ayrıcalıklarının sağlayıcısı olan siyasi geleneğe ve siyaset kurumuna da hainlik etmişlerdir. Bunun adli bir karşılığı yoktur belki ama Türkiye’yi 28 Şubat darbesinin siyasal, toplumsal ve ekonomik alanda yıprattığı bir vasattan alıp demokratikleşme ve refah anlamında çok daha ileri bir merhaleye çıkaran AK Parti’ye karşı da suçludurlar.
Tanıdığımız Başbakan bu hatayı affetmez!
Fakat mesele yansıtıldığı gibi mi acaba?
Bal tutup parmağını yalayan yoktur ya da varsın yapıversin demiyorum fakat para sayma makineleri, ayakkabı kutularından çıkan banknotlar falan, bunların manipülatif görseller olmadıklarından da hiç emin değilim.
Emin değilim çünkü, iktidar partisine dönük çok ciddi bir karalama kampanyası yürütülüyor, Numan Kurtulmuş gibi birisine en iğrenç şekilde iftira edici videolar yayınlanabiliyor.
Ayrıca Ergenekon, Balyoz, Oda tv soruşturma ve dava süreçlerinde insanların içine düşmanlık salacak bazı haksız uygulamaların yapıldığını da öğreniyoruz. Bazı kişilerin ise boşu boşuna içeriye alındığını ve hatta belki hala boşu boşuna içeride olduğunu...
Biz Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücünü hükümet devirmek için kullanmak üzere hain planlar yapanlar yargılanıyor, ne güzel askeri vesayet bitiyor derken diğer taraftan daha başka yapılar kendilerine alan açıp güç biriktiriyormuş.
Türkiye bir rüzgar almıştı, karanlık tarihiyle yüzleşiyor, askeri ve bürokratik sistemini bir daha darbe yapılamayacak şekilde tadil ediyordu.
Elbette bunlar oldu, ama hala özlediğimiz Türkiye’de yaşamıyoruz.
Siyasetin demokratik-meşru mekanizmalarıyla iktidarın değişmeyeceğini düşündüğü yerde başka yollara tevessül eden ve bunu örgütlü biçimde gerçekleştiren yapıların olduğunu-olabildiğini anlıyoruz. Medyanın bu tür işler için ne kadar büyük bir güç olduğunu da...
Türkiye’ye Gezi sürecinde yaşanılandan daha vahip, planlı ve sofistike bir müdahaleyle karşı karşıya.
Bir tarafta saati seçime ayarlanmış bir bomba misali patlatılan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, diğer tarafta bununla bitiştirilmiş, Halk Bankası operasyonu.
‘İmparatorluğun çöküşü...’
Halk Bankası operasyonunun sebebini, son zamanlarda CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun pek sıkı fıkı olduğu ABD’nin Ankara Büyükelçisi Firancis Ricciardone, bir grup AB Büyükelçisiyle operasyonun başladığı gün yediği yemekte “Halkbank konusunu dile getirmiştik. Sonuç alamadık. Şimdi imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” sözleriyle ifade diyordu.
ABD’nin Mali İstihbarat Müsteşarı David Cohen’ın hiçbir ekonomi bürokratından randevu istemeksizin sadece banka müdürleriyle İstanbul’da yaptığı görüşme de ilginç değil mi?
Bu buluşmayı kim ayarladı? Ne için yapıldı bu görüşme?
Peki bütün bunların Gülen Cemaatiyle ilgisi ne?
Cemaate yakın yayın organlarına bakınca, Hizmetin gazetecilerini dinleyince hiç alakası olmadığını düşünüyorsunuz.
Bu “tertemiz bir temiz eller operasyonu!”
İşte buna kendileri bile inanmıyorlar.
Yolsuzluk iddialarıyla ilgili bu operasyonun doğrudan seçime ayarlı olduğunu hepimizden iyi onlar biliyorlar.
Ama Türkiye’nin ekonomik çıkarları ve ticari sırlarını taşıyan Halk Bankası’na yapılanın kimin işi olduğunu söylemiyorlar?
Herkesin çok kolay kurduğu bağlantıları nedense onlar kuramıyorlar.
Madem Emniyette, Yargıda ‘paralel devlet’ görüntüsü veren bir yapılanma yok, o halde bu ne?
‘Paralel devlet’ değilse ‘paralel cemaat’ mi?
Cemaatin ileri gelenlerinden ve müntesiplerinden habersiz cemaatin dayanışmacı ruhunu ve devletin gücünü aldıkları işleri yapmak için kullanan bir yapı ile mi karşı karşıyayız?
Böyle bir yapı söz konusuysa; devlet bunları tasfiye etmeli, evet. Ama bence cemaat de kendi üzerine kalan bu yapıdan derhal bağımsızlaşmalı.
Yoksa bu işin en büyük zararlısı cemaat olacak.
Bu bir tehdit değil sosyolojik saptama!