İlk defa yanılmış olmayı umuyorum ancak 3. yargı paketine ilişkin süreç tam da tahmin ettiğim gibi işliyor galiba.
Birkaç gündür Yargı’dan yeni güzellikler beklemeye başlamıştım ki, Bahçelievler katliamının katillerinin tahliye edilmesiyle başladılar işe...
Türkiye askeri vesayetten neredeyse kurtuldu diye düşünürken, hop devletin başka bürokratik elitleri boş durmayıp lisanen olmasa da ortaya koydukları tavırlarla “biz varız” diyorlar...
Elbette yeni değil, taa açılım sürecinde Habur’dan bu yana hukukun arkasına sığınıp yasaları da kendilerine kalkan yaparak varlıklarını fazlasıyla hissettiriyorlar...
Siyasi irade ne açıklama yapıyorsa bir bakıyorsunuz yargı aksi yönde aldığı kararlarla karşımıza çıkıyor...
Beklediğim tam da bu idi: Toplumsal tepki görecek birtakım tahliyeler yapılabilir ve yine toplumsal tepki görecek birtakım tahliyeler de “yapılmayabilir”.
Hukuk toplumsal barışı huzuru sağlamaya yönelik kararlar alması gerekirken, yargıçlar aldıkları her kararla toplumdaki gerginliği biraz daha artırmak için çabalıyorlar sanki. Ne hikmetse, hep de bahaneleri hazır, “ne yapalım, önümüzdeki hukuk metinleri böyle söylüyor”.
Tabi ki de ondan sonra Cemil Çiçek çıkıp “biz mesajımızı verdik” demek zorunda kalıyor açıkça. Çünkü, siyasi irade AİHM nezdindeki yargı sorunlarından yaka silkmiş durumda, Türkiye sürekli tazminat ödemeye mahkum oluyor.
Yeni yargı paketi ile önce insanları tutuklayıp sonra delil toplayıp iddianame hazırlamaya alışmış bir yargı sisteminin kökten anlayış değişikliğine uğratacak bir düzenleme olarak “adli kontrol tedbiri” yargının gözünün içine sokulmak zorunda kalındı. Oysa bu zaten daha önce de vardı, ama bizim yargımızın ilk tercih ettiği şey tutuklamaktı.
Şimdi artık, birinci tedbir olarak tutuklamayı değil adli kontrolü gözönünde bulunduracaklar.
Fakat yargı bu kez, “biz mesajımızı verdik” diyen siyasi iradeye karşı sanki “öyle mi, al sana tahliye” diyerek önce Bahçelievler katliamının katillerinden başlıyor!..
***
Türkiye’nin darbelerle dolu makus talihini bile, 12 Eylül ve 28 Şubat postmodern darbelerini de yaşayarak bugüne gelen biri olarak, Ergenekon davasına bir an dahi tereddütle bakmadım, hiç şüphe duymayarak başından itibaren destekledim.
Ancak, davayı yürüten savcılar ve hakimler, giderek tutuklamalar konusunda adeta “koy sepete” mantığı içerisindeki yaklaşımlarıyla toplumsal tepkiyi körükleyecek adımlar attılar.
Şimdi önümüzdeki günler için endişem, yargı paketinin asıl amacından saptırılıp, tartışılacak tahliyelere yol verip, asıl beklentinin karşılanmayacağı yönünde. Ergenekon, KCK davalarında ve özellikle tutuklu vekiller konusunda tam tersi adımlar atılacağının tedirginliği içindeyim...
Vicdanları rahatsız eden tutuklamalardan birisi de hiç şüphe yok ki Prof. Dr. Büşra Ersanlı hocaya ilişkin karardır.
Yargı adeta toplumla, siyasi iradeyle bir inatlaşma içerisinde gibi...
Yoksa... Davaya bakan hakimler, yargıda hiçbir düzenlemeye gerek kalmadan ellerindeki yasalara hakkıyla uygulasalardı bir gün dahi Ersanlı’yı içeride tutmazlardı.
KCK davası böyle, Ergenekon davası böyle... Alın işte 28 Şubat darbesinin tüm suçluları ortada. 12 Nisan’dan bu yana yargı, gözaltıları yaparken toplumun gerginliğini artıracak ne varsa elinden geleni ardına bırakmadan yapıyor.
Bu yüzden Cengiz Çandar’ın “Büşra Ersanlı dışarı!” çağrısını hem de “derhal” diyerek destekliyorum ve tam 7 kez müebbet almış Bahçeliveler katliamının sorumlularını tahliye eden bir yargı zihniyetine karşı ben de “yargıya müdahale zorunluluğu” olduğuna inanıyorum.
Benim Büşra Hoca’yla karşılaşmışlığım ve yüzyüze bir tanışıklığım olmasa da, 28 Şubat sürecine tanıklık eden birisi olarak takındığı tavrı bilen birisiyim. Bir insan dün demokrat bugün terörist olamaz!
Son olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Büşra Hoca’nın terörist olduğuna inanmam” sözleri önemli.
Yargı, toplumla, aydınlarla, siyasi iradeyle çekişmeyi bir yana bırakıp “verilen mesajı doğru anlamalı”...