Bir tanıdığım, bir kaç günlüğüne Güney Fransa’da bir kasabaya gitmişti. İkinci gün dehşetle telefon etti. “Burası o kadar sıkıcı ki, uyuyamıyorum; her gün aynı gün. Dünya batsa, hissedilmiyor. Burada eczaneden bir an önce ilacımı alıp çıkmak isterken yaşlı bir kadının, kendisinden daha yaşlı köpeğinin hangi mamayı kullanırsa genç kalacağını dinlerken, neden trenimi kaçırdığımı şimdi anlıyorum” dedi.
Üst üste terör, sonra darbe girişimi, ardından yine terör, sonra sınır ötesi operasyon, bu arada yine terör yaşanan bir ülke ile başka ülkeleri bu biçimde karşılaştırmak çok yorucu. Zira böyle bir karşılaştırma yapılınca, bizim ülkemizin insan sağlığına zararlı olduğu izlenimine kapılıyoruz.
Bu doğru değil. Zira bizde sürekli düşünmek gerekiyor ve muhtemelen de insan sağlığı açısından bunun yararı var. Üstelik bizdeki düşünme hali, ülkemizde nasıl “normal” yaşanabilir sorusunun ötesine geçen, küresel güç dengelerini de içeren bir çerçeveye sahip. Yani biz, yaşadıklarımız nedeniyle, kendimizle birlikte başkalarını da, olumlu ya da olumsuz; göz ucuyla takip ederek düşünme alışkanlığındayız. Bu da bir biçimde çağı izlemek anlamına geliyor.
Ne giyeceğine karar veren yasa
Tanıdığımın gittiği kasaba, Güney Fransa’daki Nice’e yakın. Kasaba halkı, yerel dertleriyle uğraşıyor olabilir; ancak 35 km ötelerindeki Nice, son derece yaşamsal bir dertten mustarip; yazık kasabadakilerin bundan haberi yok.
Dert şu: Fransa’da deniz mevsiminin gelmesiyle birlikte bir yasa çıkarıldı. Yasa, 15 şehirde burkini ile denize girmeyi yasakladı. Burkini, burka ile bikiniyi birleştiren, uyduruk bir kelime. Bu kelime bile kendi başına ayrımcılık ifade ediyor. Kast edilen, Türkiye’de tesettürlü olarak denize giren hanımların giysisi. Yasa’nın öngördüğü konu, denize girecek kadınların açık olmaları. Yani yasa gereği dekolte olmak gerekiyor.
Nice’teki insanların konuyu tartışmalarının nedeni, yasa yoluyla insanların nerede ne giyecekleri konusu değil; bu sonra geliyor. Plajdaki bazı kadınlar, tesettürlü olarak deniz kenarında oturan bir kadını, yasa gereğini hatırlatarak polise şikayet ediyor. Yani bikinili kadınlar, yanlarında tesettürlü bir kadın olmasına dayanamayacak kadar insan hakları savunucusu. Her halde görüntü kirliliği olarak değerlendirmişlerdir.
Çağırılan polisler, yasanın kendilerine verdiği yetkiyi kullanıp, gayet insani biçimde kadına iki tercih sunuyorlar. Ya plajı terk et, ya da soyun.
Yasayı iptal eden sistem
Zavallı kadın, çocukları denizde olduğu için gidemeyeceğini söylüyor; bunun üzerine polisler ikinci seçeneği uygulayıp kadının üzerindekileri çıkarıp onu “bikinili” hale getirmeye kalkışıyorlar.
Söz konusu vakada şikayette bulunan öteki kadınlar, “hah, tamam; işte oldu” demişler midir; orasını bilemiyoruz. Ancak birçok bikinili-bikinisiz kadın ortalığı birbirine veriyor ve hem çıkan yasanın, hem de uygulamanın insan hakları ve her türlü demokratik ilke açısından kabul edilemez olduğunu protestolarla dile getirmeye başlıyorlar. Bu arada yaklaşık bir ay boyunca Fransa’daki basın yayın organlarında burka-burkini meselesi tartışılıp duruyor. Söz konusu tartışma, tartışmaya değer mi diye tartışılsa, anlayacağız. Ancak tabi öyle ele alınmıyor.
Neyse ki sonunda Danıştay duruma el koyuyor ve yasayı insan hakları çerçevesindeki gerekçelerle iptal ediyor.
Bu durum bize “Batı”da sistemin iyi kurulduğunu ama toplumun bunun gerisinde kaldığını gösteriyor.
Yani bizdekinin tam tersi.
Belki “batı” ile yaşadığımız sorunların temeli buna dayanıyordur.