Bu hafta gösterime giren Hayatboyu, Türk sinemasında pek değinilmeyen kavramları cesur bir şekilde ele alıyor. Eleştirilere kulak asmayacaklarını söyleyen yönetmen Aslı Özge ve başrol oyuncusu Defne Halman ile bu sıradışı filmi konuştuk.
Türk sineması ilk işini yapan yönetmenler mezarlığı olduğu kadar iyi bir çıkış yaptıktan sonra bunun altında kalan yönetmenleriyle de dikkat çeker. Bu haftaki konuğumuz ise başarılı bir ilk filmden sonra çok daha başarılı bir yapımla karşımıza çıkan Aslı Özge ve tabii onun başarısının en büyük etkenlerinden biri olan oyuncusu Defne Halman. Burjuva sınıfından bir kadının ‘çıkış arayışı’ yapılmamış hatta tecrübe edilmek istendiğinde ‘entel dantel filmler’ diyerek geçiştirilmişti. Hayatboyu, böyle zor bir konuyu anlatıyor...
-Bu filmin senaryosu nasıl ortaya çıktı?
A.Ö: Aslında Soluksuz adlı bir projem vardı. Burjuva bir aile ve o aile içindeki sıkışmışlığı anlatmak istiyordum. Köprüdekiler’de de bir sıkışma duygusu vardı. Hayatboyu’nda da varr. Mutlu muyum? Acaba 20 yıl sonra hangi noktada olacağım? Hayatta doğru kararlar vermediğimi çok geç farkedersem pişman olur muyum? Hayat hep böyle ‘iyi’ devam etmezse ne olacak?... Bu korkuları filme taşımak istedim. Böyle başladı aslında.
-Senaryoyu okuduğunuzda, rolünüze ilişkin ne düşündünüz?
D.H: Hemen tanışmak istedim. Doğrudan doğruya bir yüzleşme yoktu. Neler söylenmiyor, birbirimizden neleri gizliyoruz? Bunlar beni çok ilgilendirdi.
-Oyuncu seçimini nasıl yaptınız?
A.Ö: Çok uzun süren bir casting süreci vardı. Prova yapmaya açık olmalarını bekledim. Defne (Halman) ve Hakan’la (Çimenser) birlikte son iki ay her gün saatlerce çalışıldı, böylece aralarında bir geçmiş oluşturduk.
-Her oyuncu senaryoyu okur ve o role hazırlanmaya çalışır, o rolü üstüne giymeye çalışır. Ama bu rol aslında size çok yakın. Kendinizi bu kadar açık bir şekilde ortaya koymaktan çekinmediniz mi?
D.H: Ela insan olarak, kişilik bakımından bana hiç yakın değil.
-Kişiliğiyle ters ama yaşam stiliyle çok benzer bir karakter...
D.H: Benim hareketliliğimi, konuşkanlığımı, açık yaklaşımımı yok edip biraz daha pür bir hale getirmek ve onun özüne ulaşmak için çok çalıştık. Bu yüzden o yönünü hiç düşünmemişim bile. Başka yönlere değinmeye çalışıyordum, rahatsız etmedi beni. Özel hayatımdaki alışkanlıklarımdan bile arınmaya çalıştım Ela’ya hazırlanırken.
Hep o anları yakalamaya çalıştım
-Siz Amerika’da doğdunuz ve yaşadınız, buradaki burjuva çatışmasını kendi karakterinizin üzerinden nasıl algıladınız?
D.H: Bunları ben kendimde de barındırıyorum. O değişim kolay bir şey değil, yüzleşmek çok zaman alabiliyor.
-Türk sinemasında kadın senarist ve yönetmenler artsa bile kadınlar yine erkek gözünden anlatılıyormuş gibi...
A.Ö: Genel bir analiz yapamayacağım. O gözle de düşünmemiştim. Daha çok karakter tarafından veya filmin gerçekçiliği açısından baktığım için illaki bir kadın karakter anlatayım ya da kadın tarafını tutayım diye bir derdim yoktu. Gerçekçi olması benim için önemliydi. Kendime çok yakın dertleri olan karakterleri anlattım ve dolayısıyla çok acımasız yaklaşabildim onlara. İnsan en çok kendisiyle yalnız kaldığında bütün acı gerçekleri fark eder ya... Mesela Ela’nın tüm çıplaklığıyla aynaya baktığı sahne benim için öyle. İnsan yalnızken aynaya baktığında kendini en sert biçimde tartar. Hep o anları yakalamaya çalıştım.
Riskli işler yapmayı seviyorum
-Çok cesur bir film yaptınız ve beklediğiniz geri dönüşleri aldınız mı?
A.Ö: Türkiye sineması için böyle bir konuyu ele almak riskli. Üstelik film, Türkiye’ye ait güncel politik ve sosyal sorunlara sırtını dayamadan, bu anlamda dış tribünlere oynamadan, sadece anlatımıyla ve sinema diliyle varolsun istedik. Berlin Film Festivali’nde geri dönüş iyi oldu, benim için bu rahatlatıcıydı.
-Eleştirilere hedef olacağınızı düşünmediniz mi?
A.Ö: Aslında riskli işler yapmayı sevdiğim için, bunun üstüne bir şey yapmak ilgimi çekti. Bir eleştiri duyduğumda önce ‘Benim bugüne kadar düşünmediğim hangi noktalara değiniyor ya da farklı bir perspektif sunuyor mu?’ diye bakarım. Daha sonra ise kimin eleştiriyi yaptığına bakarım, herkesin dediğine çok kulak asmam.
D.H: Aslı’yla çalışmak, onun dünyasının içinde var olmak çok heyecan vericiydi; o dünyayı tanımak...