Küresel krizle birlikte hiç hesap etmediğimiz ve toplum olarak hiç alışık olmadığımız yeni kavramlar girdi gündemimize. Bunlardan en etkili değişimin ‘’mesafe’’ konusunda olduğunu düşünüyorum.
Milletin arasına mesafe girdi... Bizim gibi tokalaşmaya, musafahaya, el öpmeye, sarılmaya, kucaklamaya, okşamaya, makas almaya, el ense çekmeye, kolkola girmeye bayılan, hatta hayatını bunlar üzerine kuran sıcakkanlı bir toplum için gerçekten radikal bir değişim bu... Mesafe şart olunca, mesafe hayat memat meselesi olunca, icabında baba oğuldan, kardeş kardeşten uzak ve en az üç adım mesafeli durur oldu. Market alışverişinde veya site bahçesinde karşılaştığımız insanlar birbirlerine neredeyse ‘’hastalıklı’’ muamelesi yapar oldu. Mecburi alışverişimize çıkarken inşallah hapşırmam diye dua ediyorum.
İnşallah bu mesafe meselesini, kendi evi dışındakileri ötekileştiren hatta herkesten tiksinti duyan rijit bir tekilliğe dönüştürmeyiz. Sadece kişisel bazda değil, toplumların ve devletlerin de bu içe kapanmadan paylarını aldığı/alacağı açık.
Öte yandan karantina koşullarının getirdiği ev içi ‘’sınırlanmışlık’’, ev içindeki bireylerin küresel iletişim araçlarınca sonsuz bir ‘’sınırsızılığa’’ açık oluşu ile şaşırtıcı bir çelişki içindedir. Yani kişi, hem tarihte hiç görülmediği kadar içe kapanarak sınırlanmış, hem de tarihte hiç tecrübe edilmediği kadar da sınırsızlaşmış haldedir. Evde sınırlanmış olmanın bunaltıcı çerçevesini sınırsız, kuralsız, denetimsiz bir başka acayip iletişimle kırmayı deneyen insan, giderek, gerçeğin yerine sanal olanı koymaya başlayacaktır...
Pandemi sonrasında bizi en ciddi şekilde dönüştürecek dalganın; ‘’gerçeği’’ imha etmeye azimli devasa dijital imparatorluk şeklinde geleceği de bir başka gerçek. Sanal olan, gerçek olanın yerini işgal etmeye şimdiden başlıyor dikkat ederseniz... Geçen yüzyıl, herkesi gözetleyen ‘’Büyük Biraderi’’ eleştirmiştik. Herkesin gözetlendiği bu toplumsal yönteme ‘’panoptikon’’ tasarım ismi veriliyordu. Ama bundan sonrasında ‘’sinoptikon’’ tasarım sürecine geçeceğimiz açık. Evlerimize hapsolduğumuz şu günlerde, sabahtan akşama kadar açık televizyonlar ve sınırsız internet erişim programları aracılığıyla giderek daha edilgen seyirciler konumuna itiliyoruz. Çoğunluğun, bir kaç kişi kadar diyebileceğimiz az sayıda kişiyi izleyerek ve kendilerini de onlara göre uyarlayarak kurguladıkları yaşam biçimine geçiyoruz...
Yalnızlık ve güvensizlik de bir diğer sorun. Giderek insanlar, veri egemenliği altında yapayalnızlaşıyor. Devlete, mala-mülke, piyasalara güven de allak bullak hale geldi... Liberal tezler daha şimdiden hak ise yeksan oldu bile diyebiliriz, borsa gücüne güvenen ABD, banka gücüne güvenen Almanya, hukukuyla gurur duyan İngiltere ciddi sarsıntılar yaşıyor, Avrupa dökülüyor, Amerika ölüm rekoru kırıyor... 1.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve ancak güçlü beş ülkenin sözünün geçtiği köhnemiş sistem, tam bir fiyaskoyu yaşıyor. Fukuyama’nın ‘’Tarihin Sonu’’ tezi ile Hungtinton’ın ‘’Medeniyetler Çatışması’’ deklarasyonu iflas etti. Dünya, pandemi aracılığıyla bir silkinişi yaşıyor.
İşte tüm bu karamsar tablonun çerçevesini kırabilmek için yeniden ruha, kalbe dönmek, insanın özüne bakmak ve yakınlaşmak zorundayız. Zorunlu ev günlerimizi, günlük koşuşmacaların yavaşladığı bir huzur ortamı, ailemizle yakın temas kurma imkanı olarak değerlendirmek bizim elimizde... İnsan insanın kurdu değildir. İnsan eşref-i mahlukattır. Bu ağır insanlık sınavını aşmak bizim elimizde. Değerlerimizde ve inanç alemimizde çözüm anahtarları var... Allah sabrımızı arttırsın, gönlümüzü inşırah eylesin, bizi selamete eriştirsin...