Bu hafta dünya borsaları, ABD Merkez Bankası’na (Fed) ya da Avrupa’dan gelen haber ve verilere göre yön aramıyor; herkes yüzünü Doğu’ya dönmüş durumda. Hatta Avrupa Merkez Bankası (ECB) şu sıralar tam bir açmazla karşı karşıya... ECB, Euro Bölgesi’ndeki büyüme düşüşlerini hatta resesyon riskini en aza indirmek için büyümeyi destekleyen politikaları öne çıkardıkça bu çaba, Euro’ya destek veriyor ve Euro güçleniyor. Bu da şüphesiz bir açmaz; çünkü güçlü Euro, Avrupa’nın ihracatını aşağıya çeken temel neden... İşte Avrupa’nın bu büyük açmazı bile, şu sıralar, piyasaları pek ilgilendirmiyor. Kimse Frankfurt’a bakarak temel gidişatı belirlemiyor. Tahran yön belirlemede ilk sırada... Ancak bu gelip geçici bir durum da değil...
Derin bir anlaşma
Cenevre’de İran’la yapılan anlaşma, hiç şüphesiz, anlaşma içeriğinden çok daha fazla ağırlığı, derinliği barındırıyor. Anlaşma yapıldıktan sonra tabii ki hemen petrol fiyatlarında, bu anlaşmanın ağırlığı kadar düşüş olmayacaktı. Ama vadeli kontratlara baktığımızda şu an Brent petrolde spot fiyatlamasının çok altında fiyatların geçmekte olduğunu görüyoruz. Ama emin olun ki, bu bütün olan biten, ne petrol ne de doğalgaz fiyatlarıyla anlatılır. Dünya borsaları İran’la Batı arasında yapılan anlaşmayı olumlu görüp bunu fiyatlamaya kısmen yansıtsa bile, işin ‘derin’ kısmı hâlâ açıklanmaya muhtaç... İran devlet geleneği, bu gibi tarihsel geçiş dönemlerinde, hızlı ve süreci belirleyecek kararları alabilecek ve şaşırtıcı şekilde yön değiştirilebilecek bir gelenektir. Nitekim anlaşma yapıldıktan sonra, İran’dan gelen haberler bu yönde. Örneğin Rafsanjani, süreci 1979 Devrimi’nden sonra, batı ile olan diplomatik yabancılaşmanın aşılması bağlamında çok önemli bir adım olarak değerlendiriyor ve nihai sonucun bir yıl içinde alınacağını söylüyordu. Aynı şekilde, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, anlaşmanın sadece bir başlangıç adımı olduğunu ve arkasının geleceğini söylüyordu. Tabii ki bu süreçte hem İran içinden hem de İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkelerden ciddi itirazlar ve süreci baltalamaya dönük çabalar öne çıkacaktır. Ama bunlar süreci engelleyecek kadar güçlü olmaya aday değil, ancak süreci geciktiren bir rol üstlenebilirler.
İran şaşkınlığı
Tabii ki İran’ın attığı bu tarihsel adım, itiraf edilmese bile, Türkiye’de de bazı ‘çevrelerde’ pek memnuniyetle karşılanmadı. Şunu söyleyebiliriz; İran, kendi koşullarında ve içerideki güç dengelerine göre, tıpkı Çin gibi, yeni bir yola girmiştir. Aslında bu yol, Türkiye’nin son on yıldır girdiği yoldan pek farklı değildir.
İran oligarşisi, bir zamanlar Sovyetler’in yaptığı yanlışı şimdiye değin yaptı. Yani, elindeki kısıtlı zenginlikleri silahlanmaya -konvansiyonel ve nükleer- ayırdı ve içe kapandı. Bunun da temel nedeni, İran devlet elitlerinin ellerinde bulundurdukları ve bugün güçlü monopollere dönüşmüş olan Bonyad denilen vakıflardır. Bonyadların yönetiminde bulunan rejim bürokrasisi ekonominin büyük bölümünü denetliyor. Öte yandan, Devrim Muhafızları’nın denetlediği ‘Basij’ milislerinin denetimindeki ekonomik ağı da buraya dahil ettiğimiz zaman, İran ekonomisi için hiçbir şekilde açık, rekabet edebilecek bir ekonomi diyemeyiz. Yani ambargo tamamen kalksa bile İran ekonomisi için dışa açıklık bundan fazla olmayabilir.
Peki tam şimdi olan nedir; şimdiye değin İran ekonomisinde, yukarıda söylediğimiz Bonyadlar ve Devrim Muhafızları’nın denetlediği ekonomik ağ olmak üzere iki temel ayak vardı. Devrim Muhafızları ayağı, daha radikal ve içe kapalıydı. Şimdi bu kanadın denetimi kırılıyor buradaki güç savaşını,’ılımlı’ ve süreç içinde dışa açılmayı tedrici olarak artırmak isteyen kanat kazandı. Esasında İran’da şu anda geri çekilen radikal kanadın İsrail’deki karşılığı Netanyahu yönetimidir. Aynı şekilde Çin Komünist Partisi içindeki radikal kanadın tasfiyesi ve tam şimdi ‘liberal’ reformları yapan Xi Jinping’in ipleri eline alması benzer bir süreçtir.
Bölgesel birlikler yolda!
Farklı toplumsal yapılarda olan, farklı tarihsel koşullardan gelen Asya ve Güney ülkelerinin birbirini takip edercesine çok önemli dönüşümleri gerçekleştirmeleri ve dünya ekonomisini, siyasetini belirleyecek hale gelmeleri batı ile doğu arasındaki tarihsel gelişmişlik farklarını kapattığı gibi, bölgesel entegrasyonlara yol açıyor ve yeni ekonomi politikalarını ortaya çıkarıyor. Bu gelişme, bir müddet sonra, büyük bölgesel birlikleri ve bu birliklerin ortak pazarlarını serbest ticaret anlaşmaları ile doğuracaktır. Türkiye, Irak, İran serbest bölgesinin olmayacağını kim söyleyebilir artık. Bugün Avrasya dediğimiz büyük coğrafya ilk defa bu kadar ekonomik ve siyasi olarak bütünleşmenin eşiğine geliyor. Ve buradaki belirleyeci ülkeler; Türkiye, İran, Rusya olarak öne çıkıyor, yine Pasifik-Asya’da Çin ve Güney Kore yeni bir kalkınma çizgisini öne çıkarıyorlar. Latin Amerika’da da Brezilya deneyimini yabana atmamak gerekir.
Barış süreçleri
Yine bütün bu coğrafyada, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde devam etmiş toplumsal çatışmalar barış süreçleriyle sonlandırılmaya çalışılıyor. Doksanlı yıllarda başlayan bu barış süreçleri, ulus-devletleri demokratik kamusal yapılar olarak dönüştüren çok önemli bir dinamik olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bu süreçte İrlanda’dan başlayarak, G.Afrika ve Latin Amerika’ya gidin, göreceğiniz özet tablo şudur; etnik ayrımcılık ve buna bağlı sınıfsal baskı üzerinden kendini var eden bütün hakim ulus-devlet modelleri, dönüşmüş ya da dönüşme yolundadır. Bu kısa zamanda dünyada yüzü aşkın barış süreci olmuştur ve hepsinde baskıcı ulusalcı ideoloji yerle bir edilmiştir. O zaman İran’ın yaptığı bu anlaşma, Çin’in demokratik adımları Türkiye’de AK Parti’nin attığı adımlardan ayrı değildir.
Geçen gün Verda Özer, çok ilginç bir AK Parti değerlendirmesi yazdı... Özer, AK Parti’nin ekonomi politikalarının giderek liberal-sosyalist bir harman niteliği kazandığını, bunun da sosyal yapıyı güçlendirmeye dönük olduğunu söylüyor. Özer bu yönelimin, aynı zamanda, bizim bildiğimiz -sosyolojik olarak- geleneksel sağ muhafazakar tanımın dışında bir ‘şey’ olduğunu da vurguluyor. Evet, Doğu’daki bu Batı’yla eşitlenme süreci, siyasette hatta sosyoloji biliminde tanımlanmış tüm kavramları yerle bir ediyor ve yeni olanı hayatın içinde ortaya çıkarıyor. İşte yerel seçimler geliyor; sahada hangi siyasi dili kullanacaksınız? Bu anlamda sağ ne sol ne biliyor musuz, bunu da bir sorayım...