Suriye krizi, PKK’ya yönelik operasyon, Taraf gazetesindeki iç kavga, Baykal’a disiplin yolunun görünmesi, hepsi tamam da, önce şu işi bitirelim:
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun “28 Şubat sondajı” devam ediyor.
Paralel olarak da, cumhuriyet savcılarının yürüttüğü soruşturma var...
Bütün bu gelişmelerden yola çıkarak, 28 Şubat’ın “başarısız darbeler” arasında yer aldığını söyleyebilir miyiz?
Bence hayır.
Sonuçları itibariyle “başarısız” görünse de, 28 Şubat en başarılı darbelerimizden biridir ve “yenisinin” (yaşam biçimini koruyacak olanın) gerekçesini içermektedir. Hani, “karşılaştırmalı edebiyat”ın şahı, “Erdoğan otoriterleşmesini sürdürürse, birileri bundan yararlanarak darbe yapabilir” diyordu ya.
Bu “birilerini”, Türkiye’nin son zamanlarda izlediği dış politika harekete geçirebilir ve mebzul miktar “Liberal Kemalist” desteği sağlayabilir.
Son müdahalenin (28 Şubat’ın) bir ABD operasyonu olduğunu, ilk Mahir Kaynak gerekçelendirmişti. Taha Kıvanç ağabeyimiz de, Amerikan Enformasyon Ajansı’nın 1996 Eylül’ünde düzenlediği anket sonuçlarından yola çıkarak bu bilgiyi teyit etmişti. Ankete göre “Türkler İslamcılığa kayıyor”du.
12 Eylül darbesini izleyen yıllar... “Darbeler ve dış bağlantıları” kurcalanıyor... 27 Mayıs’ın halk hareketi mi, yoksa benzerlerine muz cumhuriyetlerinde sıkça rastlanan “kökü dışarıda” bir cunta kalkışması mı olduğu tartışılırken, Amerikalı bir general çıktı ve son noktayı koydu: “ABD’nin desteklemediği hiçbir darbe başarılı olamaz.”
Açıklama, “27 Mayıs halk hareketidir” diyenlerin suratında tokat gibi patlamıştı ama hiçbiri de çıkıp akim kalan diğer teşebbüslerin perde arkasını kurcalama gereği duymamıştı.
Tescilli üç darbe ABD icazetliydi, başarılı oldu.
Ama Talat Aydemir, Amerikalıların ısrarlı telkinlerine rağmen darbeye kalkıştı ve bunun bedelini de darağacında sallandırılarak ödedi.
60’lı yılların sonunda, dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın darbe girişimi de, tıpkı Aydemir gibi, “dış destek” bulamadığı için bastırılmıştı. Tural da, hemcinsleri gibi, daha katı bir yönetim istiyordu.
Akim kalan üçüncü darbe teşebbüsünün altında Cemal Madanoğlu imzası var. “9 Mart cuntası” olarak da bilinen Madanoğlu hareketi, öncekilerden farklı olarak “sivil” bir ayağa da oturuyordu.
Sivil-asker konsensüsü...
Madanoğlu NATO’ya, CENTO’ya ve BM’ye karşıydı.
Daha çok Ortadoğu’daki “Baas” örgütlenmesini model almıştı.
İşin teorik altyapısını “Yön” ve “Devrim” dergileri oluşturuyordu.
Mümtaz Soysal, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal ve İlhan Selçuk hareketin teorisyenleriydi...
Sivil-asker konsensüsünü gözeterek sağlam bir altyapı (!) oluşturan Madanoğlu bir şeyi hesap edemedi:
ABD’nin rolünü...
ABD, uzun vadede kendi çıkarlarını tehlikeye sokacak hiçbir örgütlenmeye göz yummazdı.
Öyle de oldu:
9 Mart cuntası, 12 Mart 1971’de tasfiye edildi.
CIA kaçkını ajanlardan Philip Agee şöyle diyordu: “ABD’nin desteklemediği hiçbir darbe başarılı olamaz. ABD, CIA eliyle uzun yıllardan beri dost istihbarat teşkilatları ile çok yoğun bir işbirliği içindedir. Bu teşkilatların eğitimi, ilerlemesi ve donatılmasını CIA sağlar.”
Dış bağlantısı güçlü bir meslektaşımız, 2000’li yılların başında Amerika’ya gitmiş, orada bazı temaslarda bulunmuştu.
İzlenimlerini aktardığı yazısından aklımda şu cümle kalmış: “ABD artık sivil yönetimleri muhatap alıyor.”
Sözüne dayanak olarak da, Türkiye’nin dış politikada ABD-İsrail yörüngesine girmiş olmasını gösteriyordu. Ergenekon, Balyoz ve sair darbe girişimleri de bu yüzden başarılı olamamış.
Diyorum ki, İsrail’i devre dışı bırakan yeni dış politika tercihi (bazıları bunu “Osmanlı’nın ihyası” olarak yorumluyor), ilerleyen vadede o “birileri”ne gerekli alanı açar mı?
Hazır liberaller de “yaşam biçimi muhalefetini” keşfetmişken...
Pekâla birleşip voltranı oluşturabilirler.