Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine ve binalar dikilmesine karşı çıkmayla başlayan eylemlere sert tavırla mukabele de var, eylemcilerin gönlünü almaya çalışarak yaklaşan da... Bu iki tavır devlet ve hükümet yetkililerine de yansıyor.
İki tarzın en belirgin sahipleri herkesçe biliniyor: Sertliği Başbakan Tayyip Erdoğan temsil ediyor, yumuşak yaklaşımı da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül... İki tarz-ı siyaseti kişilikler arasındaki farklılığa bağlayanlar olduğunu biliyoruz. Hiç kuşkusuz doğruluk payı bulunan bir tespit bu; ancak biraz yakından bakmaya başlayınca değişik tavırların altında farklı konulara öncelik vermenin yattığı da anlaşılıyor...
Tayyip Erdoğan sert bir mizaca sahip olabilir ve mizacının eylemlere verdiği tepkide rol oynaması da doğal. Ancak bir başka özelliği tepkilerinde daha ağır basıyor Tayyip Bey’in: Değiştirici ve dönüştürücü kişiliği... Partisinin işbaşında bulunduğu 11 yıl içerisinde seleflerinin cesaret edemediği pek çok konuya destursuz girdiği ve risk almaktan çekinmediği meydanda...
Şimdi burada sorumu sorabilirim: Acaba atacağı her adımı “Etraf ne der?” tedirginliğiyle atsaydı, bugüne kadar ekonomide, sosyal hayatta, demokratik uygulamalarda gerçekleştirilen reformlar yapılabilir miydi? Sözgelimi, ‘Kürt sorunu’nun çözümü, CHP+MHP muhalefetinin baltalamak üzere alesta beklediği, kışkırtılmış kitlelerin iyi niyetli kişilerden oluşan ‘âkil insanlar heyetleri’ni protesto ettiği bir ortamda başlatılan bir sürece emanet edildi, Başbakan Erdoğan tarafından...
Etraftan gelen itirazlara kulak verseydi Tayyip Erdoğan, Ak Parti hükümeti sorunun çözümü yolunda adımlar atabilir miydi?
Hiç kuşkum yok; Tayyip Erdoğan halk yararına kullandığı o gücün elinden gitmemesi için direniyor ve kitlesel hareketlenmelerin reformcu çıkışları aksatacağını düşünerek böyle hareket ediyor...
Yumuşak davranış ise büyük çapta ülke ekonomisinin ‘kırılganlığı’ ile ilgili...
Avrupa’daki pek çok ülke ekonomik kriz girdabından bir türlü çıkamıyor. ABD bile krizde; o yüzden iç ve dış politik adımlar atılırken yalpalayıp duruyor. Türkiye ise, son zamanlarda gelen not yükseltmelerinin de gösterdiği üzere, ekonomi alanındaki performansıyla parlak bir istisna teşkil ediyor.
Ne ki, ekonomiler toplumsal olayların etkisine fazlasıyla açıktır; en ufak bir istikrarsızlık belirtisi, ülkenin öngörülemezlik görüntüsü vermesi, yerli ve yabancı yatırımcıları, Türkiye’nin istikrarına güvenenleri yeni değerlendirmelere sürükleyebilir.
On gündür süren gösteriler ekonomik dengeleri acaba nasıl sarstı?
Dün New York Times’ta çıkan Landon Thomas Jr imzalı değerlendirme, biraz da etekleri zil çalarak, eylemlerin muhtemel maliyetini değerlendiriyordu: Türk lirasının esnekliği ve Merkez Bankası kasasında 100 milyardan fazla döviz rezervi bulunması rahatlatıcıymış... Câri açığın hemen hepsi petrol ithalâtı yüzündenmiş... Londra ve New York’taki fon yöneticileri, televizyon ekranlarında Taksim’deki kargaşayı gördükçe, “Acaba paralarımızı daha güvenli ülkelere mi yönlendirsek?” diye düşünmeye başlamış...
Yumuşak söylemleriyle öne çıkan yetkililer, ekonominin dengelerini düşünerek, eylemlerin bir an önce bitmesi için böyle davranıyor...
Reformların akamete uğramasını, ekonominin sarsılmasını eylemciler de istememeli.