Harper Lee imzalı “Bülbülü Öldürmek”in geniş kapsamlı bir anket sonucu bir kadın yazar tarafından yazılmış en etkili roman seçildiğini geçen yazımda anlatmıştım. Çok sayıda önemli ödül sahibi “Bülbülü Öldürmek” başka anketlerde de yüzyılın romanlarından biri sayılmıştır. Bu olağanüstü hümanist ve duyarlı romanın ırkçılık, adaletsizlik ve acımasızlık karşıtı söylemini yeterince aktarabildiğimi sanmıyorum...
Oysa dünyadan farksız biçimde Türkiye’nin de gündemine bir kez daha ırkçılık oturduğunda hemen aklıma “Bülbülü Öldürmek”ten bir alıntı geldi: “Bazen birinin, fena saydığı bir sıfatla çağrılmak hakaret sayılmaz. Bu bize sadece karşımızdakinin ne kadar zayıf ve zavallı olduğunu gösterir”. Türkiye’de etnik kökeni Türk olmayan herkes bu sözün anlamını çok iyi bilir. Malumunuz Türk dışındaki bütün etnik sıfatlar fena sayılır ve hakaret sözü olarak kullanılmaya müsaittir. Hatta bu da kesmez, o yüzden hakareti kısa kesip doğrudan bu etnisiteleri temizlemek daha kestirme bir yoldur. Böylece ortalıkta ne Kürt ne Zaza, ne Çerkez ne Arap, ne Gürcü ne Ermeni, ne Rum ne Yahudi kalmaz. Kimsenin kimseye bu çirkin sıfatlarla hakaret etmesine de gerek kalmaz. Niye bülbülü öldürmeyecekmişiz? Mecbur muyuz sesini sevmeye?
***
Harper Lee, ABD’de ırkçı bir rejimin devam ettiği dönemde doğdu ve yaşadı. “Bülbülü Öldürmek” metaforunu o çirkin düzenin kurbanlarına ithaf etti. Zihnen ve ruhen zayıf ve zavallı olmayan biri neden kendisinin başkalarından üstün olduğunu iddia etsin ki? Madem üstün, kurban seçmeyi, adam öldürmeyi, katliam yapmayı neden amaç edinsin ki? Güçlü ve sağlıklı olsa niye başkalarına söverek kendini yüceltsin, çalışıp edindiği sıfatlarla değil doğuştan gelenlerle övünsün ve hep daha fazla iktidar elde etmeye uğraşsın ki? Yok etmek için çeteleştiği, eline silah aldığı ve suç işlediği düşmanlar, hasımlar, rakipler tamamen hasta zihninin ürünü değil mi? Zayıf ve zavallı olduğu için karanlık güçlerin planlarına kolayca alet olmuyor mu?
Irkçıların, Fatih Akın’ın Ermeni soykırımından sağ kurtulan bir adamın çocuklarını aramasını konu alan filmi “The Cut”a tehdit savurmaya başlaması için geriye sayıyordum bir süredir... Artık füze rampadan fırlatıldı! Sosyal medyada, taammüden cinayet işleyeceklerini duyurup meydan okuyanlar, haliyle, kültür sanat çevreleriyle temasta olmadıkları için bu filmden yeni haberdar oldu. Agos Gazetesi’nde Fatih Akın ile yapılan söyleşi yayınlanınca tehditler yağmaya başladı. “Göstertmeyiz” abasının altından silah gösterdiler...
E, başka ne yapacaklardı? Onlar da kendilerini film çekerek mi ifade edeceklerdi? Yoksa tiyatro ve edebiyat alanında eserler vermeyi mi tercih edeceklerdi? Beyaz bere takacaklarını da bildirmişler ki Hrant Dink’in katillerinin ve azmettiricilerinin örgütsüz olmadığını kafamıza sokalım. Beyaz bere takmanın yetenek oluşturucu etkisi olsa bilim insanları fark ederdi herhalde... Beyaz bereyi tamamlayan bele takılan silah aksesuarının bir müzik aleti olarak kullanılması da mümkün olmuyor, düğünlerde havaya ateş açıldığında bile ölüme sebebiyet veriyor. Beyaz bereyle bir filmi izleyip anlama kapasitesine ulaşılmıyor ama galiba izleme devresini atlamak için bir tür zaman makinesine dönüştürülebiliyor. Bu sayede, yaratıcı değil yok edici olunabiliyor. Rica etsek de 2015’te çıkacak olan “Terminator: Genesis”te robotlara beyaz bere taktırsalar...
“The Cut”ın dünya prömiyeri üç hafta sonra Venedik Film Festivali’nde yapılacak. Film nasıl bir şeydir o zaman göreceğiz, yani tehditler filme yönelmiyor. Kadim düşman “Ermeni” yönelik. Irkçılık tam da böyle bir şey işte, mesele bülbülün ötüşünden rahatsız olmak falan değil, varlığına kastetmek... “Öttürmeyiz” diye önceden öldürmek. Sonradan bahanesi bulunur “Önce o gagaladı”, “Ben duydum ötmüştü”, “Ağacımıza yuva yaptılar”...