Seçimler bitti ve sırada, 10 ay sonralarda, mahallî seçimler var... O mahallî seçimler de geride kalanlardan daha önemsiz sayılmamalıdır. Çünkü onun arkasında da, emperyal güç odaklarının medya organları, kendi tercihlerini yine Türkiye'deki halkın tercihi imiş gibi göstermeye ağırlık vereceklerdir; tıpkı, '14 Mayıs 2023' seçimleri öncesinde olduğu gibi...
'14 Mayıs' seçimleri öncesinde emperyalist dünyanın borazanları olan hemen bütün medya organları, Erdoğan'a düşmanlıklarını ve KK Bey'in de kendileri için ideal bir tip olduğunu öyle anlatmışlardı ki, içeride bazı safdiller, yüzde 60-65'le geldiklerini sanmaya ve söylemeye bile başladılar.
KK Bey de, 'Geliyorum...' diyordu. Ve netice ortaya çıktı, KK Bey, yüzde 44,5'de kalmıştı. Erdoğan ise yüzde 50+1'in, sadece yüzde 0.5 (yarım puan) gerisinde, yüzde 49,5'de kaldığından, yeni seçim sistemine göre, seçimin en fazla oy alan iki aday arasında yenilenmesi, kanûnî mecburiyetti. Halbuki, önceki sistemde, en yüksek oyu alan aday, seçilmiş sayılıyordu. Yani, önceki seçim sistemi olsaydı, -konunun uzmanlarının söylediklerine göre, en az 1 milyar liralık yeni harcamaları gerektiren- ikinci bir seçime gerek kalmayacaktı.
*
'14 Mayıs'ın sonuçları, '28 Mayıs'taki 2. tur seçiminde, vatandaşa; eğer belirsizlik ve siyasî kargaşa değil de istikrar istiyorsa, kime oy vermesi gerektiği yolunda gerekli işareti veriyordu. Çünkü 2. merhale seçimde Erdoğan seçilirse, arkasında 600 sandalyeli Meclis'te 321 milletvekili ile net bir ekseriyeti vardı. KK Bey seçilirse, onun arkasında sadece 213 milletvekili olacağından Başkanlık sistemi de olsa, Başkan'ın rahat çalışamayacağı açıktı.
*
'28 Mayıs'ta vatandaş seçim sandığına, bu zihnî kayıtlarla gidiyordu. Erdoğan'ın 2,5 milyon oy önde olduğunun gören emperyalist dünyanın medya organlarının, gelmesi ihtimali çok güçlü olan adaya yaklaşmak siyasetini takip edecekleri, 'güce taparlık' eğilimlerinden de anlaşılabilirdi. Öyle de yaptılar ve 'kazanması çok uzak ihtimal ve bize verdiği sözler de artık hayâl...' dercesine, KK güzellemelerini bırakıp, Erdoğan methiyesine ağırlık verdiler.
Çünkü gelecekte USA, AB ve NATO dünyasıyla işbirliği yapacak olanın Erdoğan olduğu ayân-beyân belli olmuştu. Bu yüzden, düne kadar 'otokrat ve diktatör' diye suçladıkları Erdoğan'a suçlamalarını sürdürecek olurlarsa, kendi kalelerine gol atacaklarını gördüklerinden, övgü yolunu tercih etmişlerdi.
*
Ama bu durum, iç siyasetin muhalefet cephesine o şekilde yansımıyor ve onların destekçisi olan medya organlarında yine de, 'Belki her şey yine de değiştirilebilir...' ümidi yeşertilmeye çalışılıyordu. Artık kendilerinin kaybettiğini görmeyerek, '21 yıldır yenilemeyen Erdoğan, ilk kez seçim kazanamadı...' demeye başladılar. Halbuki yeni sisteme göre, seçim bitmemiş, 2. merhaleye kalmıştı.
Yine de, '28 Mayıs' günü yapılan seçim öncesinde, içeride yığınla tahminler yapılıyordu. Çünkü bütün taraflar son kozlarını oynayacaklardı. Bu durum, 14 Mayıs'ta yüzde 89'a varan yüksek katılımdan sonra, '28 Mayıs' seçiminde de yüzde 85'i bulan yüksek katılımda da kendisini göstermişti.
Elbette, bu ikinci merhale seçim öncesinde de yığınla tahminler yapıldı. Ama herkes, gerçekte temennilerini söylüyorlardı.
Bu satırların sahibi, sadece temennisini belirtmekle ve ayrıca, seçimi hangi taraf kazanırsa kazansın, aradaki oy farkının açık-ara bir farklılık göstermesi gerektiğini, rakamların birbirine kıl payı yakın olmasının, ülkede derin gerilim ve tartışmalara yol açacağı endişesini ifade etmekle yetindi.
Ancak temennim, doğrusu daha yüksek rakamların ortaya çıkmasıydı. Çünkü son 20 yılda ülkenin aldığı mesafeler, ideallerimizin yine de uzağında olsa bile gerçekten de emsalsizdi ve bunların yapılabileceğine bizler, 40 yıl öncelerde ihtimal veremezdik. Bu yüzden, böylesine bir emsalsiz kalkınma, dış dünyada bazı çevrelerde hayret ve korkuyla; Müslüman coğrafyalarında ve daha çok zayıf ve 'mustaz'af' (yani, hakları ellerinden zorla alındığı ve gasp edildiği için zayıf duruma düşürülmüş olan) halkların yaşadığı ülkelerde hayranlıkla görülebilirken; içeride sadece 'Erdoğan'ı devirmek' gibi bir yıkım hedefini seçenlerin gözleri ise kin ve nefretten başka bir şey görmüyor; kin saçan nazarlarından ve gerilimli dudaklarından nefret ve düşmanlık saçılıyordu, etrafa... Elhamdülillah ki ellerine öyle bir fırsat geçmedi.
Nitekim seçim ânına kadar yüzünden tebessümü eksik etmeyen KK Bey de, 'maskeli balo' gösterisini sona erdiriyor ve gergin ruh haliyle, kameralar karşısında geçiyor, elini masaya vurarak, 'Bu-ra-da-yım!' diyor, -daha nasıl bir demokrasi istiyorsa-, 'ülkeye demokrasinin getirilmesi için mücadeleye devam edeceği'ne dair yeminler ediyordu.
Halbuki son 1-2 yıldır yüzünden eksiltmediği tebessümlerini yalanlamamak için bile olsa, -illâ da, 'Bükemediğin eli öp...' demiyoruz ama 'Milletin oyuna iradesine saygılıyım, kazanan rakibimi de kutluyorum...' filân gibi bir-iki cümle söylemesi beklenebilirdi. Ama o zaman, taraftarlarının kızgınlıklarından taşan mânâ ile millete, 'Câhil yığınları' diye kim saldıracaktı. 40 sene öncelerde, 'Dağdaki çobanla benim oyum bir mi olacak?' deyişlerdeki megalomanik sözleri demokratik anlayışın bir mantığı olarak dile getirmekten utanmıyorlardı. Dahası, bazı utanmaz müennes tipler, 'Laiklik elden gidecek, ülke kaybetti, ilericiler kaybetti...' gibi sözlerden sonra 'eşcinseller kaybetti...' diye 'cinsî sapıklar'ın kaybetmesine bile hayıflanabiliyordu...
Ama ülkenin askerî açıdan savunulması söz konusu olunca, bu tipler geri plâna çekilecek, o 'câhil yığınları' dedikleri kesimlerin cephelere gönderilmesi için hamâsî nutuklar okuyacak olanlar da yine bu taifeler olacaktır; geçmişte olduğu gibi... Çünkü, öylelerinin nazarında bu ülke, 'hazar' zamanında onlarındır; sefer zamanında ise, o 'câhil müslüman yığınlar'ın!!
*
Onları biliriz... 1995 seçimlerinde partisi yüzde 22 oy alarak, bütün partileri geride bırakan Erbakan, Başbakanlığa getirilince, 'Unutma Erbakan! Başbakanlığa yüzde 22 ile geldiğini ve yüzde 78'in ise sana karşı olduğunu unutma!' diyenler de bugünkülerin öncüsü olan mantık sahipleriydi. Ve amma onlar, Erbakan'ın, 28 Şubat 1997 Askerî zorbalığıyla iktidardan uzaklaştırılmasından sonra, yüzde 21 oy alan Ecevit'in başbakan olduğunda, 'Unutma sana, bu ülkenin yüzde 79'u karşıdır!' demiyorlar, 'demokrasi böyle diyorsa, böyledir...' diyorlardı.
*
Şimdi de, Erdoğan'ın 5 sene önceki seçimde de yine yüzde 52 ile kazandığını hatırlayamıyorlar, şimdi aldığı yüzde 52'yi hafife almak için, 'Kaybederek kazandı!' diye 'yüksek sosyolojik görüş'ler dermeyan ediyorlar; ve kendilerinin aldıkları yüzde 47'lik oylarının ise, CHP'nin tarihinde gördüğü en büyük rakam olduğunu, seçimi kaybettik diye karamsarlık yapmaya gerek olmadığını ekranlarda bile söyleyebiliyorlar...
Halbuki, CHP'nin seçimde aldığı oyun yüzde 25 olduğunu, KK Bey'e verilen yüzde 47'lik oy'un 'Erdoğan karşıtı olan bütün tarafların, DYP ve İP ve Gelecek ve Deva ve SP'nin ve bütün solcu, laik, ateist oylar olduğunu' kendileri de biliyorlardı ama bunu görmezlikten geliyorlardı. Hele o ateist-laik kesimin müennes cinslerinin, 'Ayy, özgürlüklerimizi yitireceğiz... KK, 15 bin lira vereceğini söyledi, yine de Tayyip'e verdiler' diyerek, özellikle hemcinslerini anlayışsızlıkla suçlayıp saldırmaları, daha bir görmeye değerdi...
Bu da her halde, demokratik hokkabazlığın gereği...
*