Mehmet Âkif'in kökleri Balkanlar ve Orta Asya'ya uzanır. Babası Kosova İpekliden, annesi de Buhara'dan. Âkif, fikriyatıyla da öyledir. Hem yanan Balkanlara ağıt yakar hem de Türkistan'a. Yaşadığı dönemde bu İslam beldeleri ateş altında. Her tarafta kan ve duman yükseliyor. İmparatorluğumuz ihanetler ve ayaklanmalarla yüz yüzedir. Âkif, bütün ümmet coğrafyasıyla ilgilenir. Süleymaniye Kürsüsü adlı şiirinde, Müslüman beldeleri dolaşır. Bizi de kendisiyle beraber dolaştırır. Yıkıntılar, sefaletler, yoksulluklar, işgaller... Arayışlar, uyanışlar, umutlar...
Annesinin memleketi Buhara, Türkistan'ın kalbidir. " O Buhara, o muazzam, o mübarek toprak" der. Buhara İbn-i Sina Tıp Üniversitesinde, D. Mehmet Doğan, Âkif'in bu sözleriyle sempozyumu açıyor. Arkasından devam ediyor: Âkif'in doğumunun 150. Yılını annesinin vatanında anmak büyük bir anlam taşıyor. Şiirlerinde çokça Buhara'dan bahseder. Sebilürreşad'ın Buhara muhabiri bile var. Âkif'in başyazarlığını yaptığı dergi, buradaki Türklerinin sesi oldu.
Dün ve evvelsi gün birçok yönleriyle Âkif konuşuldu. Âkif'in düşüncesi, ufku ve şiirlerindeki hissiyatı yankılandı. Üniversite, hocalar, öğrenciler onunla tanıştı. Tebliğler sonrasında Buhara çarşılarında gezerken sanki Âkif'le beraber dolaşıyoruz. Sunulan tebliğlerle içimizde yankılanan Âkif ile Buhara'yı keşfediyoruz.
Âkif'i konuştukça Buhara İstanbul'a dönüyor, İstanbul da Buhara'ya. Yüzyıldır birbirinden kopan ve uzaklaşan bu şehirlerin tarihi hafızası diriliyor. Âkif'in şehri İstanbul ile annesinin şehri Buhara birbiriyle konuşmaya başlıyor. Anadolu'ya sıkıştırılan Mehmet Âkif düşüncesi yeniden, başlangıçta olduğu gibi Anadolu sınırlarının ötesine uzanıyor. Ondan etkilenen akademisyenler, münevverler ve entelektüeller onun fikriyatını ve hissiyatını taşıyorlar Buhara'ya.
Aslında sadece Buhara ve Âkif konuşmuyor. Âkif üzerinden Türklerin ve Müslümanların beldeleri beraber konuşmaya başlıyor. Millet olma ufkuyla yeniden tanışıyorlar. Muhabbet ve hissiyatta kaynamaya başlıyorlar. Türk Devletler Teşkilatının fikriyat ufkunun temelleri atılıyor. Bir parantezden çıkıyoruz. Buhara artık yanmıyor, Buhara artık toplarla kaleleri yıkılmıyor, Buhara artık üzerine bombalar atılmıyor. Zor günleri geride bırakmış. Sevince geliyor, varlığa geliyor. İstanbul'da Âkif'in ördüğü millet fikriyatı da varlığa geliyor. Yeniden var oluş ruhu, en taze halleriyle yükseliyor.
Buhara, yeniden çarşıları, medreseleri ve üniversiteleriyle heyecan veriyor insana. Zamanında 306 medrese varmış burada. Onlardan birisi hâlâ ayakta. Adı Mir Arap Medresesi. Kiremitten yapılmış kale gibi duvarları, bütün yapıyı kucaklayan büyük kapısı ve semaya kucak açan avlusuyla göz dolduruyor. Kapıda bekleyen sakallı, yaşlıca ve takkeli bir adama selam veriyoruz. Ondan izin alıp bu büyük kapıdan içeri giriyoruz. Kapı, Buhara'da bütün yapı demektir. Ona egemen olandır. Kapı her şeydir. Sadece büyük olmakla kalmaz. Aynı zaman da en güzel ve en tezyinatla donatılandır. İnsana nereye girdiğini hatırlatır bütün görkemliliğiyle. Kapıdan içeri girince ellerini göğüslerine götüren birkaç öğrenci bizi karşılıyor. Büyük ve geniş avlu semayı kucaklıyor. Etrafı bitişik ve kare gibi örülen iki katlı öğrenci yurtları ve dershaneleriyle çevrili. Sovyetler döneminde bile kapanmamış tek yer. Çevredeki şehirlerden buraya gelerek din eğitimi alınırmış.
Asırlar içinde bütün işgal ve yıkımlara rağmen ayakta kalmayı başarmış Miri Arap Medresesi. Bu duyguyla umutlarım artıyor. Şükürler ediyorum. Medresenin bitişiğindeki meydanın ortasında Buhara minaresi yükseliyor. Ay gülümsüyor yukarıdan bizlere. Bilim, tarih ve doğanın dansında buluyorum kendimi. Gülümseyen hocalarımızla devam eden muhabbet buna eşlik ediyor. Buhara biziz artık, biz de Buhara. Âkif'in elçiliğinde birbirimize akarak vuslata eriyoruz. Türkiye, yeniden büyük millet olmanın şafağında Âkif'le selamlıyor Buhara'yı.