Hükümet devlet içinde devlet olma çabasındaki yapılanmaya karşı haklı mücadelesini etkili bir şekilde sürdürebilmek için yasal yetkilerini son sınırına kadar kullanmak zorunda. Ama bu sınırların aşıldığına ilişkin iddialar da boşa çıkartılmalı. Çünkü dünyanın birinci liginde yer alan ülkelerde yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğü kırmızıçizgidir. Bizim ise bu ligin dışında algılanmamız her anlamda felaket olur.
Madalyonun iki yüzü olduğu unutulmamalı. Bir yüzüne bakıldığında atılan adımların haklı ve bütünüyle yasal zeminde yer aldığı gerçeği görülüyor. Mesela HSYK düzenlemesi hem içeride hem dışarıda yargıya müdahale olarak yorumlanıp eleştirilmiş olsa da herhangi bir konuda yasa çıkarmanın yasama organına ait bir sorumluluk olduğu unutulmamalı. Yasama organı tarafından Anayasaya ve evrensel hukuk standartlarına aykırı bir yasa çıkartılması halinde böyle bir hatanın düzeltilmesini sağlayacak fren mekanizmaları da bizim sistemimizde eksik değil.
(HSYK’nın -her ne şekilde olursa olsun- bir illegal yapının kontrolüne girdiğinin ortaya çıkmış olması da bu düzenlemenin zaruretini gösteriyor zaten. Yargı düzenini birtakım oligarşik yapıların ele geçirmesini halkın oylarıyla seçilmiş parlamento önlemeyecek de kim önleyecek?)
“İnternet’e sansür girişimi” olarak gösterilen yasal düzenleme konusundaki eleştiriler ise iyice mantıksız. Bir defa bu düzenleme 17 Aralık’tan çok önce hazırlanmış ve Meclis’e getirilmiş olduğuna göre son gelişmelerle ilişkilendirilmesi yanlış. İkincisi, yasa taslağının içeriği ile gazetelerde ve sosyal medyada tartışılan konuların neredeyse birbiriyle alakası yok.
(Bu konuda benzer bir tartışma birkaç sene önce de yaşanmıştı. Çocukların internetin zararlı içeriğinden korunması için, “isteyen” ailelerin başvurarak alabilecekleri bir filtreleme sistemi projesi için de sansür denilmiş, bugünkünü aratmayan protesto gösterileri düzenlenmişti. Ama o zaman dile getirilen suçlamaların ve endişelerin de yersiz olduğu sonraki süreçte ortaya çıkmıştı.)
Son bir örnek daha: Adını gazetecilik alanındaki çalışmalarıyla değil, attığı kışkırtıcı tweetlerle duyurmuş olan Azerbaycan uyruklu bir “gazeteci”nin çalışma izninin süresi dolduğu için sınırdışı edilmesi yasalara aykırı değil. Bu kişinin “attığı tweetler yüzünden” bu muameleye maruz kaldığına ilişkin iddialar da inandırıcı görünmüyor. Çünkü mesele bu olsaydı gittiği yerde de aynı tweetleri atmasının önünde bir engel olmadığı düşünülebilirdi herhalde...
Bütün bunlar madalyonun bir yüzü. Bu taraftan bakarsanız hükümete yöneltilen suçlamalar gerçekten haksız.
Ne var ki madalyonun öbür yüzünde başka bir hakikat var: Tartışılan konular hakkında hem Türk kamuoyunda hem de dünyada oluşan ve oluşabilecek olan algılar.
Örneğin internetle ilgili düzenleme evrensel hukuk standartlarına uygun olabilir ama bunu başka türlü yansıtmak isteyenler varsa ne yapmak istediğinizi hangi dille anlattığınız da önem kazanıyor. Mesela birkaç yıl önce “aile koruma filtresi” uygulamasına yöneltilen haksız suçlamalara karşı ilgili kurumun bürokratları sessiz kalmış, siyasiler ise muhtemelen teknik bir konu olarak gördükleri meseleyi izahta başarılı olamamışlardı.
İçki satışıyla ilgili düzenlemeyi hatırlayın. Alkollü içkilerin satışı konusunda dünyanın bütün medeni ülkelerinde uygulanan yaş ve saat sınırlandırılmasını “içki yasağı” olarak göstermek isteyenler bu çabalarında belli ölçüde başarılı olmuşlarsa bunu iktidar sözcülerinin bu konuda kullandıkları dile ve üsluba borçlular.
Bugün de yabancı uyruklu bir gazetecinin çalışma izninin süresi dolmuş olduğu için sınırdışı edilmesi yasal ve rutin bir uygulama olabilir ama bunun uyandıracağı yankılar hesap edilmeden hareket edilmesi siyaseten doğru değil.
Haklı olmanız önemli ama haklı olduğunuzu başkalarına kabul ettirmeniz daha önemli. Bu yüzden yapılan işlerin mantığını ve mahiyetini hem iç kamuoyuna hem de -ondan bile daha önemli olmak üzere- dünya kamuoyuna iyi anlatmak icap ediyor.